Görüş Bildir

Asıl Yurdun Eşiğinde

İnsanoğlu dünyaya bir kere gelir. Kendisine takdir edilen müddet kadar yaşar. Sonra da ölüp dünya sahnesinden çekilir. Ölümle beraber dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkar. Ölümle başlayan bu ahiret yolculuğu, kabir hayatıyla devam eder; mahşer, sırat, mizan, hesap... derken cennet veya cehennem durağıyla son bulur. Son bulması, varılacak yerin belli olması bakımındandır. Yoksa cennet hayatı da cehennem hayatı da devamlıdır.
Vakti gelince herkes ölüm şerbetini içecek. Şayet dünyada sonsuza kadar yaşamak takdir edilseydi, şüphesiz en başta peygamberler için söz konusu olurdu. Yüce Mevlâ, Efendimiz s.a.v.’in asla ölmeyeceğini ileri sürenlere veya O’nun vefatıyla sevinmeyi bekleyen müşriklere cevaben, ölümün herkese uğrayacağını, bu konuda kimseye ayrıcalık tanınmayacağını ve sonunda ilahî huzurda toplanılacağını şöyle haber verir:
“Biz, senden önce de hiçbir beşere ölümsüzlük vermedik. Şimdi sen ölürsen sanki onlar ebedî mi kalacaklar? Her nefs ölümü tadacaktır. Bir imtihan olarak sizi hayırla da şerle de deneriz. Ve siz, ancak bize döndürüleceksiniz.” (Enbiyâ 34-35)
Kimin daha güzel ameller işleyeceğini denemek için ölümü ve hayatı yaratan Yüce Mevlâ (Mülk 2), asıl hayat olan ahiret yurduna geçmek için ölümü takdir etmiştir. Ahiret saadeti, ölüm esnasında iman ile ruh teslim etmeye; son nefeste iman ise büyük ihtimalle iman ve istikamet üzere yaşamaya bağlıdır.
Hayatın da ölümün de sahibi olan Allah Tealâ, eceli gelenlerin canını almak için ölüm meleği Azrâil a.s.’ı görevlendirmiştir:
“De ki: Size vekil kılınan (görevlendirilen) ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.” (Secde 11)
“Nihayet birinize ölüm geldi mi elçilerimiz onun canını alırlar. Onlar vazifede kusur etmezler.” (En’âm 61)
İtibar son nefesedir
Ahiret yurdundaki ebedî saadet de ebedî felaket de son nefesteki duruma bağlıdır. Çünkü itibar son nefesedir. Mevlâna Hâlid-i Bağdâdî k.s.’nin belirttiği gibi:
“Son nefes(te kimin kurtulacağı) meçhuldür. Nice fâsık ve fâcir vardır ki, (tevbe edip istikâmete girerek) kâmil velîlerden olmuştur. Nice verâ sahibi sâlih kişiler de vardır ki, (nefslerine uyup istikâmetten ayrılarak) aşağıların en aşağısına düşmüşlerdir.” (Buğyetu’l-Vâcid, 120-121)
Bu yüzden nice âlimler, ârifler, hatta cennetle müjdelenme şerefine nail olan sahabiler dahi son nefeslerinden endişe etmişler; “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine kulluk et.” (Hicr 99) ayetinin emri gereğince iman ve istikamet üzere kulluğa devam etmişlerdir. Diğer bir ayet-i kerimede müminler, müslümanca yaşayıp müslüman olarak ölmeye şöyle teşvik edilir:
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa öylece sakının ve ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân 102) 
Yine Hz. Yakub a.s. oğullarına, müslüman olarak ölmeyi tavsiye etmektedir: “Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslâm’ı) seçti. O halde sadece müslümanlar olarak ölünüz.” (Bakara 132) 
Aynı şekilde müslüman olarak ölme talebi Hz. Yusuf a.s.’ın duası olarak Kur’an-ı Kerim’de şöyle yer alır:
“Ey Rabbim! Mülkten bana (nasibimi) verdin ve bana (rüyada görülen) olayların yorumunu da öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahirette de benim sahibimsin. Beni müslüman olarak öldür ve sâlihler arasına kat!” (Yusuf 101)
Mümin için son nefes hayatının en kritik aşamasıdır. Adeta dünya ile ahiret arasında bir eşiktir o an. Bir kez yaşanan, tekrarı olmayan bir hadisedir. Ayet-i kerimenin beyanıyla, can boğaza geldiğinde onu geri döndürecek bir güç yoktur. (Vâkıa 83). İnsanın gücünün ve takatinin kesildiği, elinin ayağının birbirine dolandığı ölüm anı Kur’an-ı Kerim’de şöyle tasvir edilir:
“Hayır! Can boğaza dayandığı, ‘Kim (bunu) iyileştirecek?’ denildiği, (ölmek üzere olanın da) bunun ayrılış olduğunu bildiği, bacakların birbirine dolandığı zaman; işte o gün sevk ediliş Rabbinedir.” (Kıyamet 26-30)
Ayrıca ölüm esnasında şeytanın aldatması da söz konusudur. Allah Rasulü s.a.v. ölüm esnasında şeytanın aldatmasından Allah Tealâ’ya sığınarak şöyle dua eder:
“Allahım! İhtiyarlığın düşkünlüğünden, yüksek yerden düşmekten, yıkıntı altında kalmaktan, gam ve kederden, yangından, suda boğulmaktan sana sığınırım. Ölüm anında şeytanın gelip beni aldatmasından, senin yolunda savaşırken düşmandan kaçarken öldürülmekten ve zehirli hayvanların sokmasıyla ölmekten sana sığınırım.” (Nesâî, İstiâze 50)
Ya müjde ya azap
Son nefeste iman ile ruhunu teslim edenlerin hali ile imansız teslim edenlerinki elbette bir değildir. Kur’an-ı Kerim’de kâfirlerin ölüm anında hissedecekleri sancı ve meleklerin muamelesi şöyle haber verilir:
“Melekler, kâfirlerin yüzlerine ve artlarına vura vura ve ‘yakıcı azabı tadın’ diyerek canlarını alırken bir görseydin! İşte bu, ellerinizle yaptığınız yüzündendir. Yoksa, Allah kullarına zulmedici değildir.” (Enfâl 50-51)
“…Zalimlerin şiddetli ölüm sancıları içinde çırpındığı; meleklerin ellerini uzatmış, “Haydi canlarınızı kurtarın! Allah’a karşı doğru olmayanı söylemenizden ve O’nun ayetlerinden kibirlenerek yüz çevirmenizden dolayı bugün aşağılayıcı azap ile cezalandırılacaksınız!’ diyecekleri zaman hallerini bir görseydin.” (En’âm 93) 
Yukarıdaki ayet-i kerimelerden anlaşılacağı üzere kâfirler, inkârları ve imandan yüz çevirmeleri neticesinde kendilerine vaadedilen cehennem azabının bir benzerini adeta ölüm esnasında yaşamaktadırlar. 
Müminlerin ölüm halleri ise, meleklerin selamı ve cennetle müjdelemesi iledir. Kur’an-ı Kerim’de meleklerin müminleri karşılaması ve cennete davet etmesi şöyle haber verilir:
“Melekler onların canlarını iyi kimseler olarak alırken; “Selam size! Yapmış olduğunuz iyi işlere karşılık olarak girin cennete.” derler.” (Nahl 32)
Allah Tealâ’ya iman ettikten sonra istikamet üzere yaşayan ve bu hal üzere ruhunu teslim edecek olan müminlerin melekler tarafından karşılanmaları ve teselli edilmeleri bir başka ayet-i kerimede şöyle yer alır:
“Şüphesiz, Rabbimiz Allah’tır deyip sonra dosdoğru olanlar var ya; melekler onların üzerine indikçe iner ve onlara derler ki: “Korkmayın, üzülmeyin; size vaadedilmekte olan cennetle sevinin. Biz dünya hayatında da ahiret hayatında da sizin dostlarınızız. Gafûr ve Rahîm olan Allah’ın ikramı olarak orada canlarınızın çektiği her şey var ve istediğiniz her şey orada sizin için hazır.” (Fussilet 30-31)
En akıllı kim?
İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği aklıdır. Akıl sayesinde iyiyi kötüye, faydalıyı zararlıya, kalıcı olanı fani olana tercih eder. Dünya fani, kalıcı olan ise ahirettir. İlk ümmetlerden bu yana belki de dünya binlerce kez dolup boşalmıştır. Hâlihazırda yeryüzündeki bütün canlılar kısa bir zaman sonra kabirdeki yerini alacak; onların yerine yeni nesiller dünya sahnesine çıkacaktır. 
İnsanoğlu kendisine verilen akıl nimetiyle çok kısa bir tefekkür etmek suretiyle meselenin ciddiyetini idrak edebilir. Fakat günümüzde insanların çoğu, nefsanî ve şeytanî hazlara mağlup olmuş, dünyanın geçici zevklerine kapılıp ölümü ve ahireti unutur olmuştur. Hal böyle olunca aklın ve kalbin üzerini kara bulutlar kaplamış, tefekkür ve tezekkür yerini derin bir gaflete bırakmıştır. 
Nasıl ki hasta olduğunun farkında olmayan tedavi olamaz, hatta tedavi olma ihtiyacı hissetmezse, aynı şekilde aklı ve kalbi gafletle körelen kişi de ölümü hatırlayamaz, ölümden sonrası için tedbir alamaz. 
Bu çıkmazdan kurtulmanın en etkili yolu, ölümü hatırından çıkarmayan ve ölümden sonrasına hazırlık için akıl nimetinden en etkili şekilde istifade eden sâlih insanlarla beraber olmaktır. Zira Allah Rasulü s.a.v. müminlerin en akıllı olanını şöyle haber vermiştir:
“Müminlerin en akıllı olanı, ölümü çok hatırlayan ve ölümden sonrası için hazırlık yapandır.” (İbn Mâce, Zühd 31)


Semerkand Dergi Logo