Görüş Bildir

Din İstismarının İstismarı

Diyanet İşleri Başkanlığımız geçen yıl başlattığı bir proje çerçevesinde, FETÖ ve DEAŞ örneklerini esas alarak “din istismarıyla mücadele” çalışmalarını sürdürüyor. Yurt çapında yayınlar, vaazlar, konferans ve seminerlerle yürütülen projenin amacı, “toplumumuzun ve insanımızın dini istismar eden oluşum veya yapılardan zarar görmesini önlemek” diye belirlenmiş.

Din istismarcılarına karşı toplumu uyarmak son derece önemli ve lüzumlu. Ama aynı zamanda dikkat ve itina isteyen bir üslubu gerektiriyor. Çünkü vur deyince öldürmeye meyyal bir yanımız var. Böyle iyi niyetli çabalar bazen hesapta olmayan sıkıntılara yol açabiliyor.

Mesela toptancı bir yaklaşımla hakkaniyet ölçülerini ihlal edebiliyoruz. Nitekim dindar kişi veya camiaların itibar görmesi, yaşadığımız kötü tecrübelerin de tesiriyle özellikle şu son birkaç yıldır peşin bir şüphe ve güvensizlikle karşılanır oldu. Herhangi bir meselede tutum, tercih ve tavır belirlemeye yardımcı olmak maksadıyla İslâmî ölçülerin hatırlatılması da kolaylıkla “din istismarı” diye yaftalanıyor. Meşru ölçülerdeki her irşad, hayır ve hizmet faaliyeti böyle bir ithamla sorgusuz sualsiz mahkûm ediliyor.

Bu durumun, öteden beri din istismarını istismar ederek İslâm’ı hayata müdahil olmayan, yaptırımsız bir dine dönüştürmeye çalışan çevrelerin işine yaradığı muhakkak.

Zan ve tahminle hüküm verilmez

Din istismarı, dinin birtakım dünyalık menfaatlere veya kötü emellere alet edilmesidir. Dolayısıyla din istismarcıları, asıl maksatlarını gizleyen art niyetli kimse yahut yapılardır ve sergiledikleri dindarlıkta samimi değildirler.

Öyleyse din referansıyla insanları yönlendirmek isteyenleri -aleni günah işlemekte devamlılığı ve ısrarı olan fıskı sabit birileri değilse, İslâm’ın ruhsat vermediği bir tutuma çağırmıyorsa veya sakladıkları kötü niyet açığa çıkmamışsa- din istismarcısı diye suçlamak, ancak zanna dayalı bir niyet okumasıyla, bir samimiyet sorgulamasıyla mümkündür. Gerçi sadece zanla yaklaşıldığında bile kitlelerin tercihini din vurgusuyla etkilemeye çalışan söylem ve teşebbüslerde, istismar kadar samimi bir din gayreti de ihtimal dahilindedir.

Dolayısıyla dinin ve dindarların istismar edildiğine dair bir bilgi veya bulguya ulaşmadıkça, “zan” ve “ihtimal”, ithama değil tedbire sevk etmelidir. Tedbir ise İslâm’ın ölçülerini kuşanarak teyakkuzda olmaktır. O ölçülerden biri, iyice araştırmadan, fâsıkların haberine, iddia ve suçlamalarına itibar etmemek; bir diğeri suizandan kaçınmaktır.

Hâl böyle iken özellikle dinle diyanetle arası hoş olmayan belli çevrelerin her türlü İslâmî tavır ve telkini sadece zanna dayanarak istismar diye nitelemesi, masum bir endişenin ifadesi gibi durmuyor. Siyasette, ticarette, eğitimde, basın yayında, kısaca hayatın her alanında İslâmî ölçülere ve hassasiyetlere uygun olana çağıran her gayreti itibarsızlaştırma çabasındalar.

Sürekli FETÖ örneğini hatırlatıyor ve ihaneti ortaya çıkmadan önce de bu yapıya karşı çıkmalarını, istismar tespitindeki uzmanlık yahut haklılıklarına delil gösteriyorlar. Kötü örneği bile isteye genelleştiriyor, FETÖ’ye zamanında bir ihanet örgütü olduğu için değil, İslâmî bir yapı olduğunu düşündükleri için karşı çıktıklarını gizliyorlar. Dinî bir cemaat veya camiaya mensubiyeti büyük bir suç veya tehlikeymiş gibi takdim ediyorlar.

Bunun adı “din istismarı ihtimalinin istismarı”dır ve düne kadar beraber yürüyen müslümanları bile birbirlerinden şüphe duyar hale getirdiğine bakılırsa hayli başarılı olmuştur.

Dinimi savunan bari müslüman olsa

Seküler, yani dinin belirleyiciliğini kabullenmeyen bir anlayışa sahip kesimlerin, din istismarı ihtimalini istismar etmek suretiyle İslâm’ı hükümsüz bir dine indirgemeye; itibarsızlaştırdıkları dindarları kötü niyetli, güvenilmez ve tehlikeli insanlarmış gibi tanıtmaya çalıştıklarını söylemek de zanna dayalı bir suçlama gibi görülebilir elbette. Böylelerinin, inançlarını paylaşmasalar bile saf ve samimi müslümanların aldatılmasına tamamen insanî refklekslerle karşı çıktıkları düşünülebilir.

Öyle ya, gizlenen maksat; İslâmî tavır, kavram, sembol yahut söylemlerle her halükârda dindarların aldatılarak kullanılması ve sömürülmesi olduğuna göre, “din istismarı” aslında “dindarların istismarı”dır. Dolayısıyla dindarların suistimal edilmesi, onların inanç, tercih ve kimliklerine muhalif olanlarca da pekâlâ yanlış bulunabilir, önlenmesi gereken bir haksızlık sayılabilir.

Ne var ki batılılaşma yahut çağdaşlaşma yolunda dini ve dindarları en büyük engel görüp bertaraf etmeye çalışanların yakın zamanlara kadar müslümanlara reva görülen türlü yanlış ve haksızlıklar karşısındaki umursamazlığı, hatta bu yanlış ve haksızlıkların bizzat faili olmaları böyle bir ihtimali geçersiz kılıyor. Din istismarı ithamını tutarlı hiçbir dayanağı olmadan sadece dindar kişi ve yapılanmalar için genelleştirmeleri, fâsık ve gayri müslim çevrelerin istismarını görmezden gelmeleri de böylelerinin samimiyetsizliğini ele vermeye yetiyor.

Mesela küresel emperyalizmin simgesi olmuş bir içeceğin iftar sofrasının manevi atmosferiyle pazarlanmasından rahatsız olmuyorlar. Yüz kızartıcı yayınlarıyla bilinen medya organlarının Ramazan istismarına ses çıkarmıyorlar. Dine karşı laubali tavırlarıyla bilinen siyasetçilerin seçim ortamında camilerde namaz pozu vermesini yadırgamıyorlar. Çünkü aslında “din istismarı” dedikleri şeye “yanlış”, “hukuksuz” veya “gayri ahlâkî” olduğundan değil; kendileri için “tehlikeli” olduğundan karşı çıkıyorlar.

Böyle bir tehlikeyi dinle diyanetle ilgisi bulunmayanların istismarında görmeyip, sadece dindarlara isnat ettikleri istismarlarda görmeleri; bunların din istismarından ziyade dinle ve dindar tavrıyla bir meselesi olduğunu ortaya koyuyor. Gündelik hayat içinde İslâmî ölçülerle yapılan her yönlendirmeyi “istismar” suçlamasıyla boğmaya çalışmalarının sebebi bu.

Değerlendirmenin “değer”i

Meseleye bir de şu açıdan bakalım: Din istismarı bir ithamı ifade ettiğine göre herkesçe kerih, yani kötü ve çirkin bulunuyor demektir. Müslümanlar din istismarını kötü ve çirkin bir fiil olarak değerlendirirken kriter olarak başvurdukları “değer” dindir.

Müslüman, vebali ağır olan çok boyutlu ve tehlikeli bir “günah” olduğu için din istismarına hem meyletmez hem karşı çıkar. Çok boyutlu bir günahtır; çünkü içinde riyayı, yalanı, muhatabı aldatmayı, haksız kazanç veya imkân sağlamayı, müslümanlara zarar vermeyi, insanları dinden soğutmayı, suizannı ve güvensizliği yaygınlaştırmayı barındırır.

Çok tehlikeli bir günahtır; çünkü din istismarını “din tacirliği” diye tanımlayan meşhur İslâm düşünürlerinden el-Kindî şöyle der: “Bir şeyin ticaretini yapan onu satar. Sattığı şey ise artık kendisinin değildir.”

Peki, seküler çevreler hangi “değer”e istinaden din istismarının kötü ve karşı çıkılması gereken bir fiil olduğuna hükmetmektedirler? Bu güruhun, istisnaları olmakla birlikte, din ve dindarlara karşı takındıkları hasmane tavır sebebiyle İslâm’a saygısından, müslümanlara muhabbetinden söz edemeyiz. Günaha girmek gibi bir endişeleri de yok. Geriye sekülerliğin iktizası olarak sadece “dünyevî çıkar hesapları” kalıyor ki bunları, pazar paylarını, sosyal veya siyasî statü yahut imkânlarını, nemalandıkları bir düzeni kaybetme korkusu diye çeşitlendirmek mümkün.

Dinin dünyevî çıkarlara alet edilmesi din istismarıdır şüphesiz ama yine dünyevî çıkarlar için mesnetsiz din istismarı çığırtkanlığı da din istismarının başka ve daha yaygın bir şeklidir. Din istismarıyla mücadele edilirken; dini, dindarları, bütün dinî cemaat ve camiaları istismar suçlamasıyla toplum veya devlet için tehdit yahut tehlike gibi göstererek müslümanları baskı altına almaya, onları karar alıcı ve yön verici mekanizmalardan uzak tutmaya matuf bu tutuma meydan verilmemelidir.

Diyanet yetkilileri, umuyoruz bizim “din istismarının istismarı” dediğimiz bu istismara da dikkat çekiyor, müslümanları böyle bir istismara karşı da uyarıyorlardır.



Semerkand Dergi Logo