Görüş Bildir

İhtiyaç mı İhtiras mı?

Allah Tealâ insanoğlunu yeryüzünde halife olarak yaratmış ve belli sorumluluklar yüklemiştir. Yeryüzü ve üzerindekiler insanın tabiatına uygun kılınmış ve onun kullanımına verilmiştir. Yaratanını tanıyarak iç ve dış dünyasının; ayrıca yeryüzünün de ibadethane olarak mamur edilmesi insanoğlunun yegâne gayesidir. Bunun için hayatını sürdürmesi, ihtiyaçlarını karşılaması gerekmektedir. Çalışıp çabalamak, ekonomik faaliyetlerde bulunmak zorundadır.

Sınırlı ve sorumlu

İhtiyaçların karşılanması dünya nimetlerinden bir kısmına sahip olmayı gerektirir. Yeme içme, giyinme ve barınma ihtiyaçların en başında gelir. İnsanoğlu yaratılış itibariyle diğer canlılardan farklı olduğundan hayat standartları ve ihtiyaçları da farklı ve özeldir. Mutlu bir hayat sürdürebilmesi için belli kurallara uymak zorundadır. Her ne kadar bağımsızlık dürtüsüne ve iradeye sahip ise de insanlarla bir arada yaşamak zorundadır. Bu zorunluluklar insanın hem kendi nefsine hem de başkalarına karşı belli sorumluluklar yükler.

Fakat insanoğlu genellikle ihtiyaçları ile ihtiraslarını birbirine karıştırmakta, gerçek saadeti geçici mutluluklara feda etmektedir. Bu yüzden Cenab-ı Hak, insanoğluna yaratılış maksadını aşmaması ve kimseye zarar vermemesi için ihtiyaç ve ihtiraslarına sınırlamalar koymuştur. Beşeriyetin çektiği bütün sıkıntı ve acıların temelinde bu ihtirasların mücadelesi yatar.

İşte İmam Kelabâzî rh.a. bu önemli konuyu aşağıdaki hadis ışığında aydınlatmaya çalışmakta; insanoğlu için gerçek ihtiyaçların neler olduğunu, sınırlarını, özelliklerini ve haddi aşmanın mahzurlarını delilleriyle açıklamaktadır. (Kelabâzî, Bahrü’l Fevâid, 1/505-510)

Üç meşru sebep

Ebu Hüreyre r.a. buyurdular: Bir defasında Rasulullah s.a.v., üzerinde Şam yöresine ait bir cübbe ile çıkageldi ve minbere çıktı. O günlerde minber üç basamaktan ibaretti. Allah Tealâ’ya hamd ve sena ettikten sonra şöyle dedi:

"Bilmiş olun ki kim dünyayı (dünyalık kazancı) helalinden talep eder ve bunu da kimseye el açmamak, ailesinin ihtiyacı ve komşusuna yardım maksadıyla yaparsa, kıyamet günü Allah Tealâ’nın yüzünü ayın on dördü gibi karşısında bulur. Fakat kim de dünyayı helalinden talep ettiği halde niyeti övünmek, hırs ve gösteriş ise kıyamette Allah Tealâ’yı karşısında öfkeli bir halde bulur." (Beyhakî, Sünen, Şuabü’l-İman 7/298; İsfahânî, Hilyetü’l-Evliyâ 3/110)

Hadis-i şerif, dünya talebinin maksadını ve ölçüsünü açık ve net işaret etmektedir. Buna göre dünyayı ancak hayatı idame ettirmek veya yardımlaşmak maksadıyla zaruri ihtiyaçlar için ve zaruret miktarı talep etmek caizdir. Nitekim Peygamber Efendimiz s.a.v. dünya nimetlerinden talep etmeyi üç şarta bağlamıştır ve bunların hepsi de zaruretle alakalıdır:

• Başkasına muhtaç olmamak,

• Ailenin ihtiyaçlarını karşılamak,

• Komşuya yardım etmek.

Ziraat, ticaret ve zenaat gibi meşru yollardan mal kazanmanın helal olduğu hususunda ihtilaf yoktur. İnsanın emeği ile zorunlu ihtiyaçlarını karşıladığı kısma rızık, ihtiyaç fazlasına ise birikim ya da zenginlik denir.

Zenginlik, sahibinin yerilmesine veya övülmesine vesiledir. Yerilen mal mülk sahiplerinden olmamak için kazanırken haddi aşmama hususunda dikkatli olmak, şüpheli durumlara düşmemek için sakınmak şarttır. Başkalarının sahip olduklarına tamah etmemek, muhtaç duruma düşmemek ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin geçimini sağlamak için gereken miktarda mal edinmek ise farzdır. (Kelabâzî, et-Taarruf, s.126)

Kendi ihtiyacı

Dünyadan ancak dinini ve dünyasını idame ettirecek kadarını istemek esastır. Bunu da kendi zevki ve konforu için değil, emredilmiş bir vazife olduğu için yapar. Nefsin istekleri doğrultusunda dünya talebi öldürücü zehir gibi görülmüştür. Pek çok ayet-i kerime, dünyayı ölçüsüzce talep edenlerin ahirette nasibinin olmadığı hususunda bizi uyarır. Dünyanın türlü şekillerde süslenmiş tuzaklarından korunmak için ihtiyaç miktarıyla yetinmek esastır.

Cüneyd-i Bağdadî k.s.’ye göre Allah Tealâ’ya insanı yaklaştıran ameller hangi anlayışla yapılıyorsa, mal kazanma işi de yukarıdaki şartlara ilaveten o anlayışla yapılmalıdır. İnsan, tıpkı yapılması teşvik edilen nafile ibadetler gibi kazanç işi ile meşgul olmalıdır. Menfaat sağlamak için değil. (Kelabâzî, et-Taarruf, s.124)

Ailenin ihtiyacı

Ailenin ihtiyaçlarını karşılama hususu da böyledir. Kişi ya ailesinin geçimini sağlamak ya da onları muhtaç halde bırakıp dağılmalarına sebep olmak gibi iki zor durumla karşı karşıyadır. Rasulullah s.a.v. Efendimiz buyurur ki: "Kişiye, geçindirmekle yükümlü olduklarını ihmal etmenin günahı yeter.’’  (Ebu Davud, Sünen, Zekât 5/374; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/160; Hâkim, el-Müstedrek, 1/575)

Dolayısıyla sorumlu kimse ailesini ihmal etmenin vebalinde kalmamak için onların ihtiyaçlarını karşılamanın derdine düşüp çabalamak zorundadır.

Elbette burada söz konusu ihtiyaç, nefsin her istediği değil, dinin belirlediği ölçüler dahilinde gerekli görülen şeylerdir.

Komşunun ihtiyacı

Komşuya yardım da, günümüzdeki anlayış ne olursa olsun bir vazife ve sorumluluktur. Kişi, herhangi bir sebeple ihtiyaçlarını karşılayamayan komşusuna bakmak zorundadır. Ailesinin geçimini sağlamak zorunda olduğu gibi, artan malı ve imkânlarıyla komşusunun temel ihtiyaçlarını karşılaması ve kendi kendine yeterli hale gelene kadar onu desteklemesi gerekir. Kendi ihtiyaçlarını gördükten sonra komşuya infak edecek mala sahip değilse, imkânı ve gücü varsa fazladan mesai yapıp yetecek kadar kazanmak zorundadır.

İhtiyaçlarını karşılayacak gücü ve kimsesi yani ailesi yahut komşusu olmayan sabır ve kanaat ehli kimseler, iffetli oldukları için kimseden bir şey istemezler. Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de onları şöyle vasfeder: "İffetli olduklarından dolayı (dilenmedikleri için) bilmeyen onları zengin sanır. Sen onları simalarından tanırsın. Utanırlar, insanlardan (bir şey) istemezler." (Bakara 273)

Dünya ile aldanma riski

Dünya talebini ve onu elde etme çabasını bu üç hususun dışına taşırmamak esastır. Bunların dışındaki ihtiyaçlar insanın hakiki ihtiyaçları değildir ve dünya ile aldanma riski taşır. Bu yüzden Rasulullah s.a.v. Efendimiz; nefsinin konforu, üstünlük ve övünme için dünyayı talep edenleri kıyamet günü Allah Tealâ’yı gazaplı bir halde karşılarında bulacakları ihtarıyla uyarır.

Mal mülk talebi hususunda kişinin şu üç tehlikeye karşı dikkatli olması istenmiştir:

• Üstünlük duygusuyla böbürlenmek (mufâhare),

• Gösteriş (mürâa),

• Mal çoğaltma hırsı (istiksâr).

Böbürlenmek, başkalarına karşı övünmek, zenginlik yarışına girmektir. Efendimiz s.a.v. ümmetini ve ashabını uyardığı tehlikelerden biridir. Şöyle buyurur:

"Allah'a yemin ederim ki sizin için fakirlikten korkmuyorum. Beni asıl korkutan, sizden öncekilerde olduğu gibi sizin de önünüze dünyalıkların serilmesidir. Önceki toplumlar dünyalıklara dalıp birbirleriyle yarıştılar ve bunun sonucunda nasıl helak oldularsa sizin de dünyalıklara dalıp, birbirinizle dalaşıp, onlar gibi helak olmanızdan korkuyorum." (Buhârî, Sahih, er-Rikak 5/2361; Müslim, Sahih. ez-Zühd 4/2273)

Gösteriş ise yine başkalarına karşı üstün görünmek için takınılan her türlü tutum ve davranıştır. Bu da içinde kibir ve riya gibi kötü halleri barındırır. Gösteriş aslında yapan kişinin aldanışından ibarettir. Gösteriş yapanın gerçek yüzünü hiç kimse bilmese de Âlemlerin Rabbi ve O'nun vazifeli melekleri bilmektedir.

Nakledildiğine göre Hasan-ı Basrî rh.a. halife Ömer b. Abdülaziz’e bir mektubunda şöyle yazmış: "Dünya malının verdiği sevinç sahibini ne kadar tatmin ediyorsa, bir o kadar da esareti altına alıp kötülüğe götürüyor demektir. Dünya malı kendisiyle sevineni ağlatır, sefasına dalanın sonu hüsrandır." (Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, 6/313; Beyhakî, el-Câmiu li Şuâbü’l-İman, 7/372; Gazalî, İhyâ, 3/272)

Dünya kirdir; onun tâlibi olmak çirkindir, azıyla yetinmek iyidir. Onunla gösteriş yapmak kötüdür, günahtır. Hz. Peygamber s.a.v. şöyle buyurur: "Fakirlik mümini, yüzünde perçemi olan attan daha güzel ve daha süslü gösterir." (İbn Mübarek, ez-Zühd, s.199; Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 4/463; Beyhakî, el-Câmiu li Şuâbü’l-İman, 7/372)

Mal çoğaltma hırsı ise yukarıdaki sebeplere ilaveten insanın hükmetme, güçlü olma sevdası ile gelecek korkusu gibi nefsanî rahatsızlıklarından kaynaklanır. Dünya malını çoğaltanların çoğunun sonu hüsrandır. Ebu Zerr el-Gıfârî r.a. hazretleri anlatıyor:

Bir defasında Hz. Peygamber s.a.v. Kâbe’nin gölgesinde oturmuştu. Beni görünce yanına yaklaştım. Şöyle diyordu:

– Şu Kâbe’nin Rabbi’ne andolsun ki müksirûn (biriktirenler) helak oldular! Kâbe’nin Rabbi’ne andolsun ki müksirûn helak oldular!

Beni bir korku, endişe sardı, nefesim sıklaştı ve dedim ki:

– Anam babam sana feda olsun, onlar kim?

Buyurdu ki:

– Onlar dünya malı biriktirenler. Onlardan çok azı biriktirdiğinden Allah’ın kullarına; şöyle ve şöyle sağında solunda ve arkasında olanlara -zekât olarak- dağıtır. Zekâtını vermeden ölen adamın geride bıraktığı develer veya koyunlar kıyamet günü daha iri olarak karşısına dikilip onu tırnakları ile çiğner, boynuzları ile süserler. Mahkeme kurulup herkes hakkını alana kadar böyle devam eder. Sonra hepsi geldikleri yere geri döner. (Buhârî, Sahih, ez-Zekât 2/530; Müslim, Sahih, ez-Zekât 2/686)

Hayır yapayım derken

Hayır yapmak, iyilikte bulunmak, yararlı işlerde kullanmak maksadıyla dünya malına tâlip olmak da tehlikesiz değildir. Tevekkül ehli olmayan yani nefsine hâkim olamayan kimse için bu bir tuzaktır. Bu tuzağa düşmemek için vazgeçmek daha hayırlı ve güvenlidir. Onun için şöyle demişler:

"Ey hayır yapmak için dünya malı isteyen / Onu hiç istememek sana daha hayırlı ve güvenlidir."

Bütün bunlardan anlaşılmıştır ki, dünya talebi ancak meşru amaçlar için ve zaruret ölçülerinde olursa uygundur. Aksi takdirde zararlıdır, kaçınmak gerekir.

Dikkat edilirse her iki durum için de helal şartı ön koşul olarak belirlenmiştir. Buna rağmen dünya malının helal olması onun talep edilmesi için yeterli değildir. Onunla birlikte amacın ve miktarının da meşru olması gerekir. Bugün insanlar için en kıymetli şey helal kazanç olmuştur.

İnfak edenler ve etmeyenler

İmam Kelabâzî rh.a. hadis-i şeriften hareketle fakirlik-zenginlik karşılaştırması yaparken zenginliği iki ayrı açıdan değerlendirir. Biri ihtiyaç sahiplerine rağmen infak etmeyip mal biriktirerek elde edilen zenginliktir ki, bu yerilmiştir. Diğeri biriktirme maksadı olmaksızın, infak edildiği halde oluşan zenginliktir. Bu ise kabul edilen, övülen zenginliktir. O şöyle açıklar:

"Hadis-i şerif aynı zamanda fakirliğin zenginlikten makam ve şeref bakımından daha üstün olduğunu açıklamaktadır. Çünkü zenginlik ihtiyaç fazlası, artık maldan ibarettir. O da ancak dünya enkazından biriktirmekle oluşur. Talep ve çaba olmasa dünya malı biriktirilemez. Biriktirenlerin akıbeti ise bellidir; Allah Tealâ’nın gazabına uğramaktır. Talep etmediği halde elinde mal biriken de aynı durumda sayılır. O da hadis-i şerifte geçtiği üzere, eğer elinde biriken maldan ihtiyaç sahiplerine dağıtmıyor ve sakınmıyorsa müksirûn: biriktirenler zümresinden sayılır ki sonu hüsrandır."

Dünyanın kiri

Hikmet ehlinden bazıları malıyla övünene demişler ki: "Övündüğün şey cömertlikle azalan, cimrilikle birikendir."

Fakirliğin bir fazileti de ihtiyaçtan arta kalan bir malı olmadığı için onu temizleme sorumluluğu olmamasıdır. Zengin ise tam tersi, malını zekât vermek suretiyle sürekli temizlemek zorundadır. Eğer fazlalık mal temiz olsaydı zekâtla temizlenmesi gerekmezdi. Nitekim Allah Tealâ: "Onları arındırmak ve temize çıkarmak üzere mallarından zekât al.’’ (Tevbe 103) buyurmuştur.

Efendimiz s.a.v. de en önemli kazanç yollarında biri olan ticaret için şu uyarıyı yapmıştır: "Bu alışveriş işine hile ve yalan bulaşır. Onu sadaka ile temizleyin." (Ebu Davud, Sünen, Kitabu’l-Bey’, 3326; Tirmizî, Kitabu’l-Bey’, 1208)

Peygamberlerin zekât verme mükellefiyetleri yoktur. Çünkü onlar mülk edinmek, mal toplamak için gönderilmemişlerdir. Kendilerine verilenler ise Allah Tealâ’nın hazinesindendir; onlar da bekçileridir. Dolayısıyla dünya malının kiri onlara bulaşmamıştır. Büluğa ermemiş zengin çocuklar da böyledir; mal kirine bulaşmadıklarından onlar da zekât vermekle mükellef değildir. Bunların dışında, mal toplayıp biriktirenlerin tamamı, dünya malının kirinden temizlenmek mecburiyetindedir.

Dünya malına bulaşmamış olanların ise böyle bir derdi yoktur; temiz ve pak olduklarından zekâtla arınma ihtiyacı duymadıkları gibi, kıyamet günü mal biriktirenlerin karşılaşacağı çetin hesaptan da emindirler. Çünkü o gün, değil haram, helal dahi olsa birikmiş malın hesabını vermek çok zordur.

Allah Tealâ haram yolla mal biriktirenleri şöyle uyarır: "Altın gümüş biriktirip Allah yolunda harcamayanları acı bir azapla müjdele! O gün, biriktirdikleri cehennem ateşinde kızdırılarak onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacak ve denilecek ki: İşte yalnız kendiniz için toplayıp sakladıklarınız! Tadın şimdi biriktirip sakladıklarınızı!" (Tevbe 34-35)

Abdullah b. Mes’ud r.a.’ın tekrar ettiği şu dua ile bitirelim:

"Allahım! Azdıran zenginlikten, şaşırtan fakirlikten, alçaltan nefsten, faydasız işten sana sığınırım."



Semerkand Dergi Logo