Görüş Bildir

İlim Aşkı

Geçenlerde Mütercim Asım Efendi’nin Okyanus diye bilinen, el-Muhît başlıklı Arapça-Türkçe sözlük tercümesini karıştırıyordum. “f-r-c” maddesine denk geldim. Orada Asım Efendi merhum aynı kökten gelen “fercet” kelimesini izah ederken çok hoş bir hikâye anlatıyor. İbni Hallikân Tarihi’nde geçen bir olaymış bu.

Amr bin el-Alâ adlı bir âlim, Haccac-ı Zalim’in zulmünden kaçıp Yemen taraflarında on sene kadar inzivaya çekilmiş. Bir gün bir kişinin diğerine Haccac-ı Zalim’in öldüğünü müjdelediğini ve “âlem onun şerrinden kurtuldu” anlamında bir Arapça beyit okuduğunu duymuş. Beytin içinde geçen “fercet” kelimesini işiten Amr diyor ki: “Hangisine daha çok sevineceğime şaşırdım. Zalim Haccac’ın ölmesine mi, yoksa uzun zamandır ‘fürcet’ diye bildiğim kelimenin aslında ‘fercet’ diye okunması gerektiğini öğrendiğime mi!”

İşte bu zevkin adı ilim zevkidir. Bu zevk, bu aşk başka hiçbir şeyde bulunmaz. Bunu sadece ilim ehli, ilim taliplileri ve ilmin kadrini birazcık anlamış olanlar bilir. Geri kalanına bunu anlatmak çok zordur. Hele bizde ilimle uğraşan, hayatını ilme ve öğretmeye adamış kişilere genelde dudak bükülür. Çünkü bizim için servet kazandırmayan, makamı olmayan, siyasette isim yapmayan her iş kıymetsizdir.

Bilene değer vermeyen sürünmeye mahkûmdur. “Osmanlı büyüktü” deriz, doğrudur. Ama en çok bilene ve bilgiye verdiği değerle büyüktü. İnsanlar fıkıhtan kunduracılığa, mimarîden müziğe kadar neyi bilirlerse bilsinler, hürmet ve kıymet görürlerdi. Uzun asırlar güç değil bilgi öndeydi. Padişahların evlatları daha dört yaşında iken ilim tahsiline başlatılırdı. Son zamanlarına kadar bu böyleydi. Hâlâ “Neden bu perişan haldeyiz?” diye boşuna sormayalım.

İnsanın aynısı

Ben ilmi de âlimi de çok severim. Ama gerçek âlimleri... Yani ilmiyle amel edenleri. Ahlâkı ile bilgisi bir olanları. Kendi ilgilendiğim ve sevdiğim konularda okumayı ve araştırmayı da severim. Büyük bir kitaplığım yok. Elektronik ortamda daha fazla kitabım var. Evde mütevazı kitaplığımı görenlerden çok işitmişimdir: “Yahu, yazık bu kadar kitaba niye para verdin?” İmrenen de, benden fazla kitabı olduğu için kitaplığıma küçümseyen gözlerle bakan da olmuştur.

Kitapla, ilimle alâkası olmayanlar bazen şöyle bir soru da sorarlar: “Bunların hepsini okudun mu?” Her seferinde tekrar tekrar anlatırım: “Kitap bir nimettir. Elinin altında olduktan sonra ihtiyaç olduğunda, bir konuyu merak ettiğinde alır okursun. Hepsini okumadım ama okumak için aldım.”

Kitaplar insanlar gibidir. Aynen insanlar gibi onlar da çeşit çeşittir. Değerli kitap da vardır, değersizi de... Okunacak kitap da vardır, bakılacak kitap da... Elde tutulacak, tozu alınacak, göz hizasındaki veya alt taraftaki raflara konacak kitaplar da vardır. Pırıl pırıl, daha kapağı açılmamış kitaplar da vardır. Döne döne okunmaktan paramparça olmuş kitaplar da... Mesela bendeki Mesnevî tercümesi ve Şeyh Gâlib Dede Dîvanı sürekli açılmaktan, okunmaktan, çizilmekten, sayfaların kulakları kıvrılmaktan parça parçadır. Çünkü bu ikisi benim sırdaşım, dertdaşımdır. Sıkıntı anlarında onlarla hasbihal ederim.

Kitap okumanın vakti kişiden kişiye değişir. Ben şahsen kendimi zorlayarak okumayı ve yazmayı sevmem. Gönlüme, zuhurata bırakırım. Gönülden istek geldi mi, ilham doğdu mu şevk ortaya çıkar. O vakit önümde hiçbir şey duramaz. Okumam da, kavramam da, tefekkürüm de şahlanır. Bir oturuşta belki iki kitabı birden okurum. Veya bir oturuşta yirmi sayfa yazarım. Yeter ki kalpte muhabbet doğsun. Muhabbet varsa, gayret de vardır. Gayret varsa nisbet de vardır.

Kendini okutan kitaplar

Her kitabın bir vakti vardır. Özellikle âriflerin kitapları hemen alınıp okunmaz. Çünkü onlar Rabbanî ilham ile yazılmıştır. O yüzden okunmazlar, okuturlar. Bir ârifin kitabını daha gönül kapınız açılmadan okursanız hiçbir şey anlayamazsınız. Ama o kapı açıldı mı okumadan yapamazsınız. Pek çok ârif ve şair, “bu kitabı ben yazmadım, bana yazdırıldı” der. Bu sözü çoğu anlayamaz. Bunu anlayabilmek için ilham nedir, onu bilmek gerekir. Birileri için, bir şeyler için değil, Allah için ilim yapan, beste yapan, şiir yazan, tasarım yapan insanlar bu sözü anlarlar. Çünkü kişi çabayla, zaman harcayarak, kendini zorlayarak bunları vücuda getiremez. Zaten bir eserin ruhundan o eserin “üretim” mi, “aktarım” mı olduğu anlaşılır. Tasavvuf kitapları da, bilim, edebiyat, şiir kitapları da, mimarlık ve müzik eserleri de hep böyledir. İnsana verdiği feyz de buradan gelir.

Bu kitaplar “benim de bir kitabım olsun” diye yazılmamıştır. O zatların gönüllerine inen Rabbanî nisbetle yazılmıştır. Bir bağ kurulup öyle yazılmıştır. Okuyanın da bu eserlere tevafuk etmesi, yani denk gelmesi için gönlünün Hak nuruna ve ilhamına açık olması gerekir. Gönül açılmayınca zihin, zihin açılmayınca göz de açılmaz. Bu gibi ilham eseri kitaplar o yüzden yazılmaz, yazdırılır; okunmaz, okutulur.

Tasavvuf ehli olmayan hatta biraz da mesafeli olan bir arkadaşım anlattı. İşyerindeki kitaplığında Mesnevî tercümesi varmış. “Onu okumak istiyordum ama bir türlü elime alamıyordum” diyor. O dönemde doktorasını tamamlaması için verilen sürenin bitimine az kaldığı için ders kitaplarından başka hiçbir şey okumama sözü vermiş kendine. Bir gün yine doktora için bir kitap üzerinde çalışırken birden ayağa kalkmış, elinde olmadan gitmiş raftan Mesnevî şerhini almış. “Kitabı aldım, başladım okumaya. Günlerce sadece Mesnevî okudum, bitirmeden bırakamadım” dedi.

Benim de Mesnevî ve Mektûbât-ı Rabbanî gibi irfan kitaplarını okumam böyle oldu. Yıllarca kitaplığımda durdular. Elim bir türlü onlara gitmedi. Kapaklarını bile açamadım. Halbuki mesela Mesnevî’yi kitaplığımda tam göz hizasındaki rafa yerleştirmiştim, “okumam lazım” diyerek. Hemen her gün yeni bir kitaba başlayayım diye raflara göz gezdirirken Mesnevî hep gözüme ilişiyordu ama içimden onu alıp okumak gelmiyordu. Otuz yaşıma geldiğimde ise bir gün elimde olmadan kalktım, kitabı aldım ve okumaya başladım. O gün bugün benim mahremimdir, sırdaşımdır Mesnevî.

Bilmeye duyulan sevgi

İlim aşkı bir anlamda kitap aşkıdır. Mesela ta liseden tanıdığım bir arkadaşım var. Çok ahlâklı birisidir. Şu anda bir hukuk profesörü. Ben onu bildim bileli sürekli kitap alır. Daha da önemlisi okur. Hukuk’ta okurken okulun öğrettikleriyle yetinmedi. Mütevazı maaşıyla belki onbinlerce Osmanlıca, Arapça kitap satın aldı ve okudu. Yeni çıkan kitapları, antika kitapları takip eder, birini gördü mü, hemen gider alır. Parası yoksa evindeki eski kitaplardan birini satar, onun parasıyla yenisini alır.

Maalesef bizim memleket kitaptan uzak. Çoğu evlerimizde bir kitaplık bile yok. Olanlar ise çok az. Olsa bile gerçek kitaplar pek yok. Üniversiteye hazırlık kitapları veya okul kitapları... Toplumun vaziyeti bu: Bir kitap açıp da bir şeyler okumayız. O yüzden misafirliğe gittiğim bir evde kitaplık görünce çok sevinirim.

Aslında çocuklarımıza kitap sevgisini aşılamak kolaydır. Her alışverişe gittiğimizde çocuklarımızın her birine en azından ayda bir kitap seçip almasını istersek onlara da kitap sevgisini vermiş oluruz. Ama önce onları elimizdeki cep telefonundan, notebooktan, tablet bilgisayarlardan kurtarmak gerek. Bebeklerinin eline oyuncak diye cep telefonunu veren şuursuz anne babaları görünce çok kızıyorum. Zira çocuklarının zihin, gönül ve beden sağlığını mahvediyorlar, haberleri yok!

Evet, kitap ve okumak güzeldir ama her şey değildir. Kitapseverliği abartanlar vardır. Benim de kitapseverliğim vardır ama abartmam. Kitaplar üstümüze kapanan değil, âleme açılan kapılardır. Bence hayatı kitap okumakla geçenlerin başka dertleri vardır. Bu dertten kaçıp kitaplara sığınırlar. Bunu anlarım ama çare kendini kitapların arasına hapsetmek değildir. Mutlaka en büyük kitap olan insana açılmak gerekir. İnsan gibi insanları, adam gibi adamları tanımak, onların meclisinde, sohbetinde bulunmak milyon kitap okumaktan evlâdır.

Kendisi olmuş insanlar

İşi sadece kitap okumak olarak görmek de yanlış. Okuduğunu tefekkür edip güzellikleri kişiliğine katmıyorsan o okumanın bir manası yok. İlim, amel etmek içindir. O halde okumayı tek başına bir değer sayamayız. Okuduğundan ders çıkarmak, ibret almak esastır. İçselleştirmek esastır.

Bu hususta İmam Gazalî rh.a. için anlatılan menkıbeyi bilirsiniz: İmam Gazalî rh.a. genç yaşta medreseyi bitirir. Kitaplarını denk yapar, memleketine giden bir kervana katılır. Yolda eşkiyalar kervanın önünü keser, herkesi soyar. Bu arada Gazalî’nin kitap dengini görürler. Kitaplarını almaya kalkınca İmam Gazalî feryad eder: “Aman kitaplarıma dokunmayın!” Eşkiyabaşı sorar: “Niye, ne değeri var ki bunların?” İmam Gazalî cevap verir: “Onlar benim için çok değerli. Çünkü onların sayesinde ilim sahibi oldum. Onlarsız ne yaparım ben?” Eşkiyabaşı ibretlik bir cevap verir: “Sen nasıl ilim sahibisin ki, elinden kitapların alındığı zaman sende ilim namına bir şey kalmıyor?” İmam Gazalî rh.a.’i bu hikmetli söz çarpar ve medreseye geri dönüp bu kez her ilmi içselleştirerek, kendine katarak okur. Bildiğimiz, sevdiğimiz, hayran olduğumuz, feyz aldığımız o büyük zât böyle ortaya çıkar.

İşte İmam Gazalî rh.a. gibi gerçek âlimlerin yazdıkları asıl okunması gereken kitaplardır. Bana gençler okuma listesi sorduğunda genellikle “ne okursanız okuyun ama özellikle kendisi olmuş insanların kitaplarını okuyun” derim. Bunlar yazdıklarını yaşamış, yaşadıklarını yazmış insanlardır. Ârifler, samimi ve ahlâklı insanlar yani. Elbette benim de tavsiye ettiğim başka yazarlar, düşünürler var. Ama ilk yapılması gereken sağlam şekilde akaid ve fıkıh öğrenmektir. Dünyada da, ukbada da işe yarayacak budur.

Hayatımızda şunu düstur yapalım. Ne iş yaparsak yapalım önce düşünelim: “Bu iş Allah rızasına uygun, yararlı bir iş mi?” Eğer Allah rızasına uygunsa ne olursa olsun, ne pahasına olursa olsun yapalım. Çünkü Rabbimizin yardımı O’nun sevdiği iledir.

İmam Buharî’yi, İmam Gazalî’yi, Mevlâna’yı, Mevlâna Halid-i Bağdadî’yi (Allah’ın rahmeti hepsinin üzerine olsun) düşünelim. Bu zâtlar “Evimden uzakta ne işim var?” demediler. İlim ve irfan için memleketlerini bırakıp çok uzak diyarlara gittiler. Bu bir İslâm geleneğidir. Milyonlarca İslâm âlimi bir hadisi öğrenebilmek, bir kitabı elde etmek, bir âlimi görebilmek, bir mürşidden istifade etmek için binlerce kilometre seyahat etti, çileler çekti. Üstelik maddî beklentileri olmadan. Onların aileleri de yıllarca bu ayrılığa sabrettiler. Kolay bir şey değil.

İlim sadece sayfaların arasında değildir. Asıl ilim satırda değil sadırdadır; yani kalptedir. Ancak kalbi aklı olmuş kişiler insana fayda verebilir. Çünkü onlar size ilim ile amel etmenin ne olduğunu halleriyle, yaşayışlarıyla gösterirler. İmam Gazalî rh.a. ilim rütbelerinin en yükseğinde iken kalbinin hâlâ ihlâsa tam ulaşmadığını fark edip önce inzivaya çekilmiş, ardından bir mürşide bağlanmıştı. İmam Gazalî rh.a. ilimde bir zirve. O yüzden tahminim o ki, bağlandığı mürşid ondan ilimce daha aşağıda olan bir zattı. Ama kendini ve Rabbini çok iyi biliyordu. Demek ki o insanı kitaptan, irfanı bilmekten üstün tutmuş. Onun ismini bugün büyük hürmete layık hale getiren de bu tercihidir.

Hasılı ilmin de, ilim aşkının da hedefi irfandır. Yani kendini ve Rabbini tanımaktır. Güzel bir kul olmaktır. Adam olmaktır.



Semerkand Dergi Logo