Görüş Bildir

Muhabbet

Makamlardan, namazla bağı ve ilgisi olan muhabbettir. Allah’ın izni ile şimdi onun hükümlerinden bahsedeceğim. Allah Tealâ buyurur ki:

“Ey müminler, içinizden kim dininden dönerse şunu bilsin: Allah öyle bir kavim getirir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler” (Maide 54)

“İnsanlardan kimi de Allah’tan başka şeyleri O’na eş tutuyorlar ve onları Allah’ı sever gibi seviyorlar!” (Bakara 165)

Hz. Peygamber s.a.v. şöyle buyurmuştur: “Cebrail’den şunu işittim: Yüce Allah buyurur ki: Kim benim velî bir kuluma düşmanlık ederse bana harp ilan etmiş olur. Mümin bir kulumun ruhunu almada tereddüt ettiğim kadar hiçbir hususta tereddüt etmedim. Çünkü bu durumdaki kul ölümden hoşlanmamakta, ben ise ona fenalık yapmak istememekteyim. Ama ortada mutlaka yapılması gereken bir muamele var. Kul, ona farz kıldığım şeyleri eda etmekten bana daha sevimli gelen hiçbir şeyle bana yaklaşamaz. Kulum nafilelerle de durmadan bana yaklaşır. Öyle ki, nihayet kendisini severim. Bir kere onu sevdim mi, artık onun kulağı, gözü, eli, yardımcısı olurum. Benimle işitir, benimle görür, benimle tutar ve benden yardım ve destek görür.” (Buhârî nr. 6502)

Yine Rasulullah s.a.v. kudsî bir hadiste buyurur ki: “Kim bana kavuşmayı dilerse, ben de ona kavuşmayı isterim.”

Bir başka hadis-i şerifi de şöyledir: “Allah bir kulunu sevdi mi Cebrail’e şöyle der: Ey Cebrail, ben falanı seviyorum, onu sen de sev! Bunun üzerine Cebrail o zatı sever. Sonra Cebrail sema ehline şöyle der: Allah falan zatı sevmiştir, onu siz de seviniz. Bunun üzerine semadakiler onu severler. Sonra o kul için arzda da bir kabul görme hali konulur. Bu sebeple yeryüzündekiler de onu sever. Buğz için de durum bunun mislidir.” Yani Allah Tealâ birine buğz etti mi yine böyle bir muamele cereyan eder.

Bil ki Yüce Allah’ın kulu sevmesi ve kulun Hak Tealâ’yı sevmesi meselesi doğrudur. Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şerifler bu hususu dile getirmişler, ümmet de bu hususta ittifak etmiştir. Sübhan ve Müteâl olan Allah’ın öyle bir sıfatı vardır ki, o sıfat sayesinde dostları onu sever, o da dostlarını sever.

Malum olsun ki âlimlerin dilinde muhabbet çeşitli şekillerde kullanılmıştır. Bunlardan biri şudur: Muhabbet; meyil, heva, arzu, kalbin temennisi ve sevgiliyi istemek manasına gelir. Bütün bunların kadîm olan Allah Tealâ ile alâkalı olması caiz değildir. Bu gibi hususlar, mahlukatın bazılarının diğer bazılarına göre ve bir cinsin yekdiğerine karşı söz konusu olur. Yüce Allah bu tür şeylerin hepsinden münezzehtir.

Muhabbetin diğer manası, ihsanda bulunmak, dost olarak seçilen kula hususilik bahşetmek, onu velayetin kemâl derecesine ulaştırmak, çeşit çeşit ikram ve lütuflar tahsis etmektir. Muhabbetin üçüncü manası da kulu güzel bir şekilde methetmektir.

Hak Tealâ’nın bize haber verdiği şekildeki Allah sevgisi O’nun naklî sıfatlarındandır. Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şerifler, Allah’ın muhabbetinin var olduğunu bildirdiği için biz de kabul eder ve ona inanırız.

Bahsettiğimiz bütün bu hususlar bir takım sözlerdir. Allah izin verirse bunun hakikatini ve mahiyetini açıklayacağım.

Muhabbetin Keyfiyeti

Yüce Allah’tan evliyasına ve evliyasından O’nun dergâhına olan muhabbetin keyfiyeti şudur:

Bil ki Hak Tealâ’nın kuluna olan muhabbeti ona hayır irade etmesi ve rahmetidir. Rıza, gazap, şefkat gibi muhabbet de ilahî iradenin isimlerinden bir isimdir. Bütün bu isimlerden hiçbiri Hak Tealâ’nın iradesinden başkası için söz konusu olmaz. Bu irade, Allah Tealâ’nın kadim/öncesiz bir sıfatıdır. O, fiillerini bununla irade eder. Bu sıfatların da bazısı diğer bazılarından, mübalağanın hükmü ve fiilin izharı yönünden daha hususidir.

Kısaca, Allah Tealâ’nın kulunu sevmesi, ona bol bol nimet ihsan etmesi, dünya ve ahirette sevap vermesi, onu ceza mahalli olan cehennemden emin kılması, günahtan koruması, yüce haller ve yüksek makamlar ikram etmesidir. Kendisinden başkasına iltifat etmekten sırrının ilgisini kesmesi, her şeyden soyutlanana, sadece rızasını talep eder hale gelinceye kadar ona ezelî yardım ve desteğini ulaştırması demektir. Hak Tealâ bu manaları kuluna tahsis edince, bu iradenin bu şekilde tahsis edilmesine sûfiler muhabbet ismini verirler. Hâris el-Muhasibi’nin, Cüneyd’in ve şeyhlerden bir cemaatin anlayışı budur.

Kulun Allah Tealâ’yı sevmesine gelince: Muhabbet, itaatkâr müminin kalbinde bulunan bir sıfat olup, sevgilinin rızasını talep etmek, onu görmek için sabırsızlanmak, ona yakın olma arzusu içinde olmak, o olmadan başkası ile karar ve rahat bulmamak, onu zikretmeyi alışkanlık haline getirmek, zikrinin dışında kalan her şeyden arınmak ve uzaklaşmak, rahatı kendisine yasak etmek, ülfet ve ünsiyet ettiği şeylerin hepsini kökten terk etmek, heva ve hevesten yüz çevirmek, sevgi sultanına yönelmek, bu sultanın hükmüne itaat etmek, Hak Tealâ ve Tekaddes Hazretleri’ni kemâl vasıflarıyla tanımak; yani Allah’ı ululamak ve yüceltmek manasına gelir.

Kulun Hak Tealâ’ya karşı olan muhabbetinin, insanların bir diğerine karşı olan sevgileri cinsinden olması caiz değildir. Çünkü bu manadaki sevgi, ihata ve idrak suretiyle sevgiliyi idrak etmek manasına gelir. Bu ise cisimlerin sıfatının hükmü ve özelliğidir.

Şu halde Hak Tealâ’yı sevenler, Hak âşıkları, O’na yakınlık halinde kendi varlığından geçmiş (istihlâk) haldedir. O’nun keyfiyetini talep halinde değillerdir. Çünkü tâlip, muhabette nefsi ile kaimdir. Halbuki kendi varlığından geçmiş halde olan, sevgilisi ile kaimdir. Muhabbet cenginin yapıldığı alandaki en iyi ve en sâdık kimseler, kendi varlığından geçmiş, kendini tüketmiş halde bulunurlar. (...)

Muhabbet iki çeşittir: Biri, cinsin yine kendi cinsinden olanı sevmesidir (İnsanın insanı sevmesi veya daha umumi bir ifade ile bir mahlûkun, diğer bir mahlûku sevmesi). Bu, meyletmek, gönül bağlamak, dokunmak ile sevgilinin zatını ve şahsını talep etmektir. Diğeri, bir cinsten olanın kendi cinsinden olmayanı sevmesidir. Bu, sevgilinin vasıflarından bir vasıfla beraber var olmayı ve o vasıfla bulunmayı talep etmek, o vasıfla itminan bulmak ve ünsiyet etmektir. Sevgilinin konuşmasını dinlemek ve onu temaşa etmek gibi. (Kulun Allah’ı sevmesi bu neviden bir muhabbettir).

Muhabbet konusunda imanı ve itikadı olanlar da iki nevidir. Biri, üzerindeki Hakk’ın nimetini görür. Nimetin ve ihsanın görülmesi, nimeti vereni ve ihsanda bulunanı sevmeyi icap ettirir. Diğeri, muhabbetin galip gelmesi sebebiyle bütün nimetleri hicap mahalline koyar (bütün ihsanları perdelenme vasıtası olarak kabul eder). Bu durumdakilerin yolu, nimeti görmekten nimeti verene (ve onu temaşa etmeye doğru) gider ve bu daha yüksektir. Allah en iyi bilendir.



Semerkand Dergi Logo