Görüş Bildir

Altın Bilezikli Anneler

“Aloo anne, oğlan güneşte çok kalmasın. Anne terledi mi? Sırtına havlu koy! Yemek yedi mi? Bugün kaç kalori aldı? Yoğurdunu bitirdi mi? Öğle uykusunu atlamadınız değil mi? Sol ayak serçe parmağı çizilmişti, yara bandı yapıştırdın mı?..”

Bizim nesil, “okuyun kızım, elinizde mesleğiniz olsun” seferberliğinin ülke tarihinde en büyük çıkışını yaptığı nesildi. 

Bu cümleyi evvela, küçük yaşta büyük şehre göçüp çıraklıktan emekliliğe giden serüvenin başrolündeki babalar kurmaya başladı. Hemen akabinde de bu zorlu serüvenin yükünü omuzlayan anneler tabii. Cümle bazen, “okuyun, kolunuzda altın bir bilezik olsun” bazen de “kendi ayaklarınızın üzerinde durun” şeklinde değişse de, ana fikir hiç değişmedi.  Kız evlatlar okumalı, iş güç sahibi olmalı, Rabbü’l-Âlemîn’in verdiği bir çift ayak yetmeyecekmiş gibi, bir de adı “diploma” olan protez bir ayak edinmeliydi!

Çoğumuz da söz dinledik tabii. Bitmek bilmeyen sınavları, buhran yüklü uykusuz geceleri, öğrenci yurtlarını, vizeleri, finalleri, BÜT’leri devirip mezun olduk. Sonrası malum... Stajlar, atamalar, mülâkatlar derken, sonunda bir çoğumuz o kutsal(!) altın bileziği taktık kolumuza. Artık hem meslek, hem yuva, hem de çocuk sahibi olunacak o masal gibi günlere gelmişti sıra!

Gelmişti ama o günün anneleri, bugünün anneanneleri olan çilekeş Anadolu kadınları, zannederim bir şeyi hesap edememişlerdi. Mesleğinin altın varaklı yolunda kırmızı halı üzerinde yürüyen bu kız evlatların, evlatlarına kim bakacaktı?

İşe giderken çocuklarını yuvaya, kreşe, bakıcıya ve bilumum alternatife emanet etmeye çekinen aileler için bir çözüm olmalıydı. Ve çok geçmeden aranan taze kan bulundu: “Anneanne!..”

Anneannelerin yıllarca eviyle, geçim derdiyle, çoluk çocuğuyla uğraşıp ömrünü harcadığı yetmezmiş gibi, bir de torun peşinde tıknefes koşturmalarını gördükçe deli oluyorum!

Öyle böyle derken geçip giden hayatın hengâmesi tam fren yapmışken, tam köşesine oturup biraz dinlenecekken, belki ibadetlerine, eşine dostuna daha çok zaman ayıracakken, bu kadar enerji gerektiren bir bakıcılık reva mıdır bu annelere? Hem de ne için? Biz meslek sahibi olalım diye!

Parka bir iniyoruz, çocuk sayısından çok anneanne var. Ellerinde de koca bi çanta. Torunun suluğu, torunun yeleği, torunun oyuncağı, torunun atıştırmalıkları... Hayır yani anneanne kenarda otursa da torun kendi kendine oynasa yine içim yanmayacak. Kadıncağız evde zaten yorgunluktan bitmiş, parka gelip kamelyadaki gölgede iki komşu görmüş, azıcık laflayacak... Selam verip tam ilişecek bir köşeye, kaydırağın tepesinden bir çığlık! 

– Anneanneeeaağğ!

– ... İyiyiz, şükür komşum, bey de naapsın işte, o da iyi. Geçende gaplıcaya gidelim dedik de bizim gızın yıllık iznini bekliyoz, çocuğu o alınca gidecez inşallah. He guzuuuuum?

– Gel beni kaydııır!..

– Du, şunu kaydırıp geliim komşum.

Kaydıraklardan kaymalara doyamayan torun, bitmek bilmeyen enerjisinin bir kısmını da salıncak üzerinde sarf etmeye karar verir.

– Geçende doktora gitti bizim bey, ilaç yazdırmaya. Kireçlenme iyice artmış.

– Anneanneeeaaaaa!

– Yavrımmm!

– Beni sallaaa...

– Du, şunu sallayıp geliim.

Ama sallayıp gelemez! Çünkü torun durmaz. Torun azimlidir. Ruhuna dar gelen bedenindeki pancar motoru çalışmaya başlamıştır bi’ kere. Kadına nefes aldırmaz.

– Anneanneea... Tahterevalliye binceeem...

– Ge bindiriyim guzum.

– Susadım.

– Du getiriviriim tosunum.

– Toprakla oyniycaaam.

– Du küreeni govanı getiriyim annem.

– Bisiklete binceeem.

– Du sürüyüm annennem. Goy ayaanı pedala bahiin...

– Vazgeçtim incem. Futbol oynayalım. Sen kaleye geç!

– Galiye mi?! Şey... Eyi baylı geçiyin. Emme yavaş vur e mi anennem. Du o kadar yahından atma bah, o top çoh ağar. Guzum az geri get, dur burdan olmaz! Yavaş vur annem yavaşşuaaaağğhhhh!..

Anneanne şefkatli. Anneanne yufka yürekli. Anneannenin büyük tansiyon olmuş 17, sesi çıkmıyor. Torun parende at dese atacak!

Torun da çözmüş meseleyi tabii. Annesine yaptıramadığı ne varsa anneanneye yaptıracağını biliyor ya, suistimal ettikçe ediyor. Arada çalan telefondan gelen talimatlar da cabası:

“Aloo anne, oğlan güneşte çok kalmasın. Anne terledi mi? Sırtına havlu koy! Yemek yedi mi? Bugün kaç kalori aldı? Yoğurdunu bitirdi mi? Öğle uykusunu atlamadınız değil mi? Sol ayak serçe parmağı çizilmişti, yara bandı yapıştırdın mı?..”

O kadar merak ediyorsan, al kıdem tazminatını gelip kendin bak ablacım! Neden kadıncağızın ömrünün en güzel kısmını baltalıyorsun? Neden romatizmasına, astımına bir de bebenin yükünü ilave ediyorsun! Bu kadın seni ve kardeşlerini besledi büyüttü, uykusuz kaldı, dermansız kaldı, siz ağlayınca ağladı, gülünce güldü, geceyi güne bağladı, okullara gönderip yolunu gözledi, çeyizini hazırladı mürüvvetini gördü yetmedi mi?! Neden bir de senin çocuğunu büyütüyor? Senin “elinde mesleğin olacak” diye kadın bir kaydırak tepesinde sekte-i kalpten gitsin mi?

Biliyorum, içinizde bana kızanlar olacak ama dost acı söyler bacılar! İnanın çok üzülüyorum. Benzer manzaraları her gördüğümde gariban anneanneyi bir kenara oturtup omuzlarını ovmak, demli bir çay ikram edip “otur dinlen sen anacığım, sana mı güvendiler ana baba olurken” diyesim geliyor. O torunu da kucağıma aldığım gibi annesinin işyerine götürüp, “buyrun hanımefendi kargonuz var” demek istiyorum!

Dostlar!

Mesaili işlerde çalışan hanım kardeşlerim!

Romalılar!

Anneannelere zül haline gelen bu gidişata dur demenin vakti geldi de geçiyor bile. Batı’dan esen bu meymenetsiz rüzgâra kapılıp, ayaklarının üzerinde durmayı mesaili bir işten maaş almak zanneder olduk. Çalışmak zorunda olan kardeşlerime elbette bir lafım yok, asla da olamaz. Ama sadece biraz daha müreffeh bir yaşam için bu kadar sıkıntı çekmeye ve çektirmeye değmez gibi geliyor bana. Tekrar etmekte fayda görüyorum; benim sözüm kariyer hedeflerini önceleyip, asıl görevini unutanlara! 

İnanın bana, değil sıradan bir ofiste bin türlü zulmet ile yıllar geçirmek, NASA’da bilim insanı bile olsanız, çocuğunuzla birlikte yapacağınız neşeli bir kahvaltı sofrası kadar kıymetli olamaz.

Neyse...

Sizleri daha fazla kızdırmadan ve dergiden kovulmadan bitireyim en iyisi. Hülâsa, bizim en kıymetli ve hakiki “mesleğimiz” anneliktir. İstirham ederim, dublör kullanmayalım! 


Semerkand Dergi Logo