Nimet ve Şükür
Cenab-ı Mevlâ, müberra kitabımız Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle buyuruyor:
“Şükreder ve inanırsanız Allah size niçin azap etsin? Allah şükrün karşılığını veren ve her şeyi bilendir.” (Nisa 147)
Cenab-ı Mevlâ bu ayet-i kerimede, şükürle imanı bir arada zikretmiş ve ikisi bulunduğunda azabı kaldıracağını beyan etmiştir.
Nitekim bir diğer ayet-i kerimede de şöyle buyurmuştur:
“Şükredenlerin mükâfatını vereceğiz.” (Âl-i İmrân 145)
Şükür, nimetin farkında olmak ve kıymetini bilmektir. İnsan her biri lütfu ilahî olan nimetlere körleşmezse, onların farkında olursa, şükrünü eda edecek kalp uyanıklığına da sahip olur. Eline geçmeyen nimetlerin sıkıntısıyla kalbini meşgul etmez. Mahrum kaldığından çok daha fazlasına nail olduğunu bilir. Belki bu yüzden şükür birçok ibadetin sevabını içinde barındırır.
Fahr-i Kâinat Efendimiz s.a.v. buyurur ki:
“Yemek yiyip şükreden kimse, (sevap bakımından) oruç tutarak sabreden kimse gibidir.” (Tirmizî, Kıyame 43, İbn Mâce, Sıyâm 55; vd.)
Şükür, daha birçok ayet-i kerimede iman ve zikirle birlikte anılmıştır. Ashab-ı Kiram’ın büyüklerinden İbn Mes’ud r.a. şöyle buyurmuştur: “Şükür imanın yarısıdır.” Ayet-i kerimede de “Allah’ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür.” (Ankebût 45) buyurulmuştur.
Şu halde şükür, imanı kuvvetlendiren bir sütun ve zikre açılan bir kapıdır.
Âlimlerimiz iman nimeti için sürekli şükredilmesi gerektiğini söyler. Ayrıca ayet-i kerimelerde de Fahr-i Kâinat s.a.v. Efendimiz’in rahmet ve rehber olarak gönderilişine şükür gerektiğine işaret bulunduğunu hatırlatırlar. Çünkü dünya hayatında en büyük nimet imandır. İmanın vesilesi de Fahr-i Kâinat s.a.v. Efendimiz’dir.
Cenab-ı Mevlâ müberra kitabımızda İblis’in şöyle dediğini beyan buyuruyor:
“Öyle ise beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım. Sonra onlara önlerinden ve arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım, sen de çoğunu şükredici bulmayacaksın.” (A’raf 16-17)
Görüldüğü gibi şeytan, keseceği yollardan birinin de şükür yolu olacağını yemin ederek söylemiştir. Ebu Tâlib Mekkî k.s. bu ayet-i kerime üzerine şöyle demiştir:
“Eğer şükür kulu Allah Tealâ’ya ulaştıran bir yol olmasaydı, şeytan o yolu kesmeye çalışmazdı. Eğer şükredenler Allah Tealâ’nın dostu olmasaydı, mel’un İblis onların az olacağını söylemezdi.”
Nitekim ayet-i kerimede şöyle buyurulmuştur: “Andolsun, İblis onlar aleyhindeki zannını hakikaten doğru buldu da içlerinde müminlerden ibaret bir gruptan başkası ona tâbi oldular.” (Sebe 20)
“Kullarımdan hakkıyla şükreden azdır.” (Sebe 13)
Yine Ebu Tâlib Mekkî k.s. der ki:
“Hakkıyla şükreden kimse, az nimete de şükredendir. Yani sahip olduğu tek bir nimet için devamlı şükreden kimsedir. Bu, rubûbiyet ahlâkından bir ahlâktır. Bunun için Allah Tealâ, kendisini ‘Şekûr’ ismiyle isimlendirmiştir.”
İrfan ehli âlimlerimiz, şükrün yakîn makamlarından bir makam olduğunu söylemişlerdir. Bu makamı elde etmek, elde edildiyse muhafaza etmek için gayret ve sabır gerekir. Böylece nice güzel haslet ele geçer, müminin çevresi farkında olmadan manevi surlarla muhafaza altına alınır.
Şükür nasıl eda edilir? Öncelikle şükür, bütün nimetlerin, eşi ve benzeri olamayan Cenab-ı Mevlâ’dan geldiğini bilmektir. Darlıkta da genişlikte de her şey O’dan gelmekte, O’nun taksimiyle olmaktadır. Bu taksim kulları üzerinde de ilâhî hesaba ve hikmete uygun cereyan etmektedir. Nitekim Cenab-ı Mevlâmız şöyle buyurur:
“Sizde nimet namına her ne varsa hep Allah’tandır. Sonra size keder dokunduğu zaman da hep O’na feryat edersiniz.” (Nahl 53)
Elde edilen nimeti asıl vereni bilmek kalbin şükrüdür. Kalp ile dilin durumu farklıdır. Dil söyler geçer, kalp ise alır sahiplenir ve daima hatırda tutar.
Kalbin şükrü böyleyken dilin şükrü de Allah Tealâ’yı güzelce senâ etmek, O’na çok hamd ve övgüde bulunmaktır. Nimet ve ikramlarını anarak iyilik ve ihsanlarını anlatmaktır. Yüce Mevlâ’yı kullara şikâyet etme gafletine düşmemektir.
Fahr-i Kâinat Efendimiz s.a.v. bir adama;
– Nasıl sabahladın, diye sorar. Adam;
– Hayır içinde, cevabını verir. Efendimiz s.a.v. ikinci kez sorusunu tekrarlar:
– Nasıl, ne halde sabahladın?
Adam tekrar:
– Hayır içinde, diye cevap verir.
Efendimiz s.a.v. üçüncü kez sorduğunda bu kez adam;
– Elhamdülillah, Allah’a şükrolsun ki hayır içinde, der. Bunun üzerine Efendimiz s.a.v. şöyle buyurur:
– Senden söylemeni istediğim işte buydu. (Taberânî, el-Evsat, No: 4372; Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, No: 4448-4449)
Selef-i Sâlihîn’den olan zatlar, kardeşleriyle karşılaştıkları zaman birbirlerinin hal ve hatırlarını sorduklarında sadece karşısındakinin hamd ve şükrünü ortaya çıkarmak, böylece onların sevabına ortak olmak isterlerdi. Çünkü bu hal hatır sorma işi Allah Tealâ’nın zikrine sebep oluyordu.
Âriflerden bir zat şöyle nasihat etmiştir: “Bir kimseye halini sorduğunda, Rabbi’nden şikâyet edip O’nun kaderine hoşnutsuzluk belirteceğini bilirsen, sakın ona hal hatır sorma. Yoksa onun şikâyet ve cehaletine ortak olmuş olursun.”
İstikamet üzere sebat etmek şükürdür. İbadetlere devam etmek şükürdür. Bedenle yapılan ibadetler, sağlıkta veya hastalıkta beden nimetine şükürdür. Mal ile şükür ise, ilahî rızaya muvafık bir şekilde harcamak ve infak etmektir.
Kul, zâhirî yahut bâtınî her türlü nimete şükrünü eda etmeye gayret etmelidir. Şükre gayrete bile şükretmek lazımdır. Böylece kulun istikameti sağlamlaşır.
Dünya nimetlerine ve insanların hallerine de bakıp şükretmek lazımdır. Bu yönüyle şükür aynı zamanda tefekkürdür. Kulun halini, çevresini, insanları, olayları fark etmesini sağlar.
Şu ayet-i kerime mealiyle bitirelim:
“Allah’ın nimetini saymaya kalksanız, onu sayamazsınız. Hakikaten Allah çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” (Nahl 18)
Cenab-ı Mevlâ bizleri verdiği nimetlerin kıymetini bilen ve şükredebilen kullarından eylesin.
Tevfik ve inayetiyle…