Görüş Bildir

Ruh Nasıl Kurtulur?

Allah Tealâ bedeni yaratmış, kalbi, ruhu, latifeleri içerisine koymuştur. Ruh, alem-i emirden nuranî bir varlıktır. Ruhun vazifesi ilâhî muhabbettir. Yunus Emre hazretleri, Mevlâna hazretleri ve Niyazî Mısrî hazretleri gibi velîlerin söyledikleri, yazdıkları şeyler hep muhabbet-i ilâhiyenin neticesidir.

Ruh hür olamazsa, yaratılışındaki kemalâta kavuşamazsa nefsin elinde esir olur. Nefs vücuda hâkim ise ruhun muhabbetini dünya muhabbetine çevirir. Mal, siyaset, makam ve benzerinin sevgisine düşer. Eğer nefsin esaretinden kurtulursa Hakk’ın muhabbeti hâsıl olur. İhlâs ve samimiyetle Mevlâ’ya yönelir.

Allah Tealâ’nın zikri nefsin zulmünü kırmak içindir.  Zikrin nuru ve muhabbet ateşi nefsin ateşini söndürür. Enbiyanın, evliyanın nuru Sırat’ın ateşini söndürdüğü için geçer giderler.

Ey sofi, vücudunun nuraniyet ateşini yak da cehennem ateşi sana tesir etmesin!

Kısaca, ruhun beden kafesinden kurtulması, mana göğünde serbestçe uçması, ölmeden evvel ölmeye bağlıdır. Bu, Allah Tealâ’nın emirlerine tamamen uymak demektir.

Beden kesafetinden kurtulmak için Allah’ın rızasına tamamen teslim olup suçları nefsine, izzet ve ikramı ise Allah’a havale etmek gerekir. Malum ki insan ruh ile bedenden oluşur. Beden ruh için bir kafestir. Ruhu içerisinde mahpus bulundurur.

Beden ruha diken gibi batar. Neden batar? Nefsinin kuvvetinden batar, şeytanın vesvesesinden, hariçteki düşmanlardan, dostların alkışından batar. Seni övenlerin çoğu kendi menfaati için överler. Bu övgüler sahibine  kibir ve büyüklük hissi getirir. Şeytan nicelerini böyle kandırmıştır. Onun için ayet-i celilede “her ilim sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır.” buyurulur. (Yusuf 76)

Denilmiştir ki, “Riyakâr dünyanın gösterdiği lütuf hoş bir lokmadır ama onu yeme. Zira o bir zehirdir.” Dolayısıyla ilminden fazla âlim görünmek, zühdünden fazla takva sahibi olduğunu sanmak, beldeleri kurtardığına kanaat getirmek, şehirleri peşine taktığına inanmak gizli şirktir.

Yine denilmişir ki, “Övünenin, iki yüzlünün övünmesinin ateşi gizlidir. Lakin zahmeti sonunda açığa çıkar.” Bazı insanlar kitap okur, ibarelerden mana çıkarabilecek hale gelir. Âlim olduğu vehmine kapılır. Etrafındakiler de “senin gibi âlim görmedik” derlerse onun idamına karar vermiş gibi olurlar.

Sen methedilmenin tesiri kalmaz deme. Methin tesiri ruhta kalır. Aldandırır, sahibini kibre sokar. Helva yiyecek olsan, zevki lokmayı yutana kadar değildir. Yediğin helvanın vücuduna tesiri vardır. Bir lokma helva vücudun bütün organlarına yayılır da, övgü olarak işittiğin söz nefsinin köşe bucağına yayılmaz mı?

Nefs övüle övüle Firavun gibi olur. Nefsini hor gör, onu hakir kıl! Hz. Mevlâna nasihatte bulunuyor: “Hilekâr ve iki yüzlülerle karşılaşınca sana ‘ey hilekâr, ey riyakâr’ deseler, ‘evet öyleyiz, hatta dediğinizden iki yüz kat fazlayız’ de. Sakın kızarak yüzlerine bakma.”

Nefsin kibir ve azametini kırabilmek Allah Tealâ’nın büyük bir ihsanıdır. Kibirden kurtulursa O’nun ikramına kavuşur, kibirde kalırsa şeytanın veziri olur. Şeytanla oturup kalkan cehenneme düşer, nefsini öldüren cennete koşar.

Cüneyd-i Bağdadî k.s. hazretleri buyurdu ki: “Nefsin hilesinden kurtulabilmek en büyük nimettir. Çünkü nefs seninle Rabbin arasında en büyük engeldir.” Bunun için tasavvufta kâmil mürşid yol gösterir. Zikir nefsin ıslahına, şeytanın vücut ikliminden kovulmasına sebep olur. Fakat çekilen zikrin gerçek zikir olması lazımdır. Yoksa nefsin ıslahı, şeytanın kovulması gerçekleşmez.

Zikrin en kâmili namazdır. Ama namaz kılarken unuttuğunu hatırlıyor, kaybettiğini arıyor, yapacağın işleri planlıyorsan, o namaz gerçek namaz, okudukların da gerçek zikir olmaz. İblisi kovup gerçek zikir ehlinden olmak için mürşidin sözlerine, onun rabıtasına dikkat etmek, kâmil insanlarla birlikte olmak, kötü arkadaşları ve boş işleri terk etmek gerekir.



Semerkand Dergi Logo