Görüş Bildir

Dünya Hali

Trump Bir Öyle Bir Böyle

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump hakkında, bu sayfada pek çok kez çeşitli analizlerde bulunduk. Ancak, Trump öyle açıklamalara, öyle işlere imza atıyor ki, ne yapıp ediyor, yeniden gündem olmayı başarıyor. Bir de, içerisinde bulunduğumuz coğrafyada ABD’nin bir şekilde belirleyici unsur gibi davranması, ister istemez Okyanus ötesini bölgemizin gündemine yerleştiriyor.

Suriye, 2011’den itibaren sonucu bir türlü belli olmayan feci bir karmaşanın içinde. Rejim güçleri ile muhalifler arasında süren mücadele, Arap Baharı olarak nitelendirilen süreci yaşayan Tunus, Mısır, Libya ve Yemen gibi ülkelerden çok daha çetin bir şekilde devam ediyor. Bu devletler için de vaziyet hiç iç açıcı değil. Diktatörlük olarak nitelendirilecek sistemlerin yıkılmasına rağmen buralarda da kaos ve kıyım bütün acımasızlığı ile bir şekilde sürüyor.

Arap Baharı sürecinde Mısır’da seçimler sonucu idareyi ele alan Mursi yönetimi yıkıldı ve Batı destekli darbe ile General Sisi despot iktidarını kurdu. Tunus’ta Gannuşi yönetimi istifa etti ve ülkede henüz istikrar bulmamış yeni bir dönem başladı. Libya’da Kaddafi kanlı bir şekilde devrildi, halen ülkede terör kol geziyor. Yemen’de yönetim devrildi, halen basın yayın organları pek söz etmese de büyük insanî krizler ve kıyımlar yaşanıyor. Fakat bu ülkelerin hiçbirinde Suriye’deki kadar kitlesel ve uzun süreli katliam ve vahşetin yaşandığını söyleyemeyiz.

Suriye, 57 milyon insanın hayatını kaybettiği II. Dünya Savaşı’ndan sonra son iki yüz yılın en acı sahnelerinin sergilendiği bir tiyatro sahnesine döndü. Ülkede olan biteni anlatmaya kelimeler yetmez. Ölen insan sayısının milyonlarla ifade edildiği, göçmen durumuna düşenlerin bir türlü düzen tutturamadığı ve itilip kakıldığı çok ağır bir trajedi ile karşı karşıyayız. Kuşkusuz, “altta kriz çıkarsa, üst istediğini alır” prensibi gereği Rusya, ABD ve şimdi de Fransa gibi büyük devletler, Suriye’den “paylarına düşen”in fazlası için mücadele ediyor. Ülkenin Kuzeyi’nde bir Kürt devleti kurdurmak için ABD amansız bir uğraşın içerisinde. Rusya, rejim güçlerini destekleyerek hem sıcak denizlere inme emelini gerçekleştirmeyi, hem de Akdeniz’de bulunan doğalgaz kaynaklarına hâkim olabilmeyi hedefliyor. Bir de savaş sonrasında Suriye’nin inşası için tek söz sahibi olmaya çabalıyor. Fransa da Rusya ile ABD arasındaki mücadeleden nemalanmaya çalışarak, yüz yıl önce bir süreliğine işgal ettiği topraklar üzerinde yeniden hâkimiyet tesis etmenin hayallerini kuruyor.

Türkiye’nin şimdiki çabası ise, öncelikle sınır güvenliğini tesis etmek ve kurulacak olası bir Kürt devletini engellemek. Fırat’ın batısında bu tehdidi askerî operasyonlarla bertaraf eden Türkiye, yakın geçmişte Fırat’ın doğusunu temizlemek üzere girişimde bulunacağını açıkladı. Brunson krizinin sona ermesiyle beraber, ABD ile arasındaki gerilimi bir ölçüde nihayete erdiren Türkiye’nin bu hamlesine Donald Trump, “bölgeden çekileceğiz” diyerek kendince jest yapmıştı. Fakat ABD Başkanı’nın bu ifadelerinin sonrasında Evanjelik Beyazsaray Yönetimi’nin baskısıyla “hemen çekileceğiz demedik” şeklinde oldukça gayri ciddi bir açıklamayla yön değiştirdi. Peşinden de twitter hesabından mesaj atarak “Eğer Türkiye Kürtleri vurursa, onları ekonomik olarak mahvederiz” cümleleriyle çok kısa bir zamanda yüz seksen derece ters bir politikanın fitilini ateşlemiş oldu. Sonra, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisiyle yaptığı telefon görüşmesinin ardından, “Türkiye ile güçlü ticarî ve ekonomik ilişkilerimizi geliştireceğiz” diyerek bir kez daha şaşkına çevirmiş oldu.

Süleyman Demirel’in siyasete damga vurmuş sözlerini hepimiz biliriz. “Siyasette 24 saat bile çok uzun bir süredir” vecizesinin sahibi Demirel, seçimden önceki vaadlerinin hiçbirini kabul etmemesi kendisine sorulduğunda, “dün dündür bugün bugündür” deyivermişti. Öyle görünüyor ki ABD Başkanı Donald Trump için “siyasette bir saat bile oldukça uzun bir süredir” ve “an andır, gerisi vesairedir!” Manevra siyaseti olarak adlandırılabilecek bu durum, hiç şüphe yok ki ABD’deki güç dengelerinin yansımaları olarak ortaya çıkıyor.

Siyasetin zaman zaman manevra yapmayı mecbur ettiği gerçeğini akılda tutarak şunu söyleyebiliriz: Politika dalgalı bir denize benzer. Bu kadar güçlü fırtınalarla mücadele etmek üzere yola çıkan gemilerin sağlam bir gövdeye, güçlü bir itiş gücüne sahip olması şarttır. Aksi takdirde alabora olması işten bile değildir. Yakın bir zaman sonra yapılacak ABD seçimlerinin sonuçlarını, bu manevraların ortaya çıkardığı tepkiler belirleyecek. Dolayısıyla böyle devam ederse Trump’ı hayli zor günler bekliyor.

Rusya-Ukrayna Gerilimi Tırmanıyor

Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin, iktidara geldiği günden itibaren ülkesinin yerle bir olmuş imajını tekrar ayağa kaldırmak için her türlü yola başvurdu. Rusya’da 1989’dan sonra 2001’e kadarki dönemde görevde olan devlet başkanları, eski düzenin yıkılmasının etkilerini en aza indirmeye ve ülkeyi ayakta tutmaya çalışmışlardı. Putin’in iktidarıyla birlikte Rusya, önce Doğu’nun, sonrasında da küresel siyasetin belirleyici ülkelerinden biri oldu. Ülkedeki ekonomik krizlere rağmen Rus halkının Putin’den vazgeçmemesinin en önemli nedeni bu olsa gerek.

2014’te Kırım’ı işgal eden Rusya ile Ukrayna arasında ciddi bir kriz yaşanmıştı. Gerilimin başlangıcı ise 2003 yılında Moskova ile Kiev arasındaki anlaşmanın konusu olan Kerch Boğazı ve Azak Denizi ortak sularına dayanıyor. Rusya, Ukrayna’nın itirazlarına rağmen Kerch Boğazı’na bir köprü inşa etti. Geçtiğimiz Kasım ayında Kırım’a doğru hareket eden Ukrayna’ya ait üç gemiye el koydu. Ukrayna, bu üç gemide bulunan altı mürettebatın yaralandığını ve kalan yirmi üç mürettebatın da Rusya tarafından alıkonulduğunu açıkladı. Ukrayna’yı Rus karasularına girmekle suçlayan Rusya ayrıca Ukrayna gemilerinin Azak Denizi’ne girmelerini engelleyeceğini açıkladı. Kiev yönetimi, gemilerin geçişi ile ilgili Rusya tarafını bilgilendirdiğini, Kremlin’in buna rağmen saldırdığını ve bunun açık bir silahlı saldırı olduğunu savunuyor. Avrupa Birliği (AB) ve NATO yetkilileri de Rusya’nın bu girişimine kayıtsız kalmayarak, yapılanların hukuka aykırı olduğunu ve Rusya’nın Kerch Boğazı’ndan geçiş özgürlüğünü sağlamasını, itidalli davranmasının doğru olacağını ifade ederek Rusya’ya mesaj verdi!

2018 yılının Kasım ayında zuhur eden olayların ardından geçtiğimiz günlerde Kiev’den bir açıklama geldi. Ukrayna Devlet Başkanı Pavlo Klimlin bir basın toplantısı düzenledi ve Rusya’yla imzaladıkları “İkisi devletler arası, yirmi beşi hükümetler arası, on dokuzu kurumlar arası, üçü de bölgesel olmak üzere toplam kırk dokuz anlaşmanın feshedildiğini” açıkladı. Önümüzdeki günlerde yaklaşık elli anlaşmanın daha iptal edileceğini ifade eden Ukrayna Cumhurbaşkanı’na göre iki ülke artık savaştan önceki gibi hareket edemeyecek. Klimkin, Ukrayna halkının çıkarlarına uygun bir şekilde davranmak zorunda olduklarını ve onların tehdit altında yaşamalarının kabul edilemez olduğunu vurguluyor. Fakat Ukrayna bu durumun birdenbire ve rest çekerek halledilemeyeceğinin da fakında. Zira karşısında Rusya Federasyonu bulunuyor ve AB ile NATO’nun desteği hiç de güvenilecek türden değil!

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in bu çıkışa nasıl tepki vereceğini kestirmek ise oldukça basit. Ortaasya ülkeleri üzerindeki nüfuzunu devam ettiren Rusya, Çeçenistan ve Kırım gibi yakın coğrafyaları da kendisine bağlamış durumda. Bununla da yetinmeyerek Suriye üzerinde ciddi bir operasyonun içine de girmiş bulunuyor. Hal böyleyken, Rusya’nın Ukrayna ile ilgili geri adım atmasını düşünmek hayli iyi niyetli bir yaklaşım olur. Hele AB’nin kırılmaya başladığı ve NATO’nun da Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile ilgili kafasının karışık olduğu bu dönemde, Ukrayna’nın Rusya’ya kafa tutacak şekilde hareket etmesi imkân dahilinde değil.

Rusya, bölgede çok hedefli bir dış politika yaklaşımıyla hareket ediyor. Türkiye’nin bir yandan ABD ile arasını iyi tutarken, diğer taraftan da Rusya’yla kurduğu stratejik ilişkileri devam ettirmesi şart. Çünkü güçlü bir Rusya’nın karşısında yer almak, böyle bir dönemde Türkiye’yi yeni sorunlarla baş başa bırakabilir. 

İngiltere’de Yeni Sorun ‘Brexit’

Avrupa Birliği (AB) tarihinin en kritik dönemeçlerinden birini yaşıyor. İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda’dan müteşekkil Birleşik Krallık; 23 Haziran 2016’da yaptığı referandumla AB’den ayrılma kararı almıştı. Karar ülkedeki muhalefet partilerinin tepkisini çekse de, Lizbon Antlaşması’nın “her ülkenin kendi anayasal kurallarına uygun olarak birlikten ayrılma kararı alabileceği”ni ifade eden 50. maddesine göre ayrılık süreci resmen başlamıştı. AB’nin en önemli kurucu unsurları olarak gösterilen Fransa ve Almanya da “Birlik”i ayakta tutmaya çalışıyor. Geçtiğimiz aylarda ABD’nin tepkisini çekse de Fransa Cumhurbaşkanı Macron, AB’nin güçlendirilmesine atıfta bulunarak gerekirse bir Avrupa Birliği ordusu kurulması gerektiğini dile getirmişti.

Mesele ile ilgili asıl sorulması gereken soru şu: AB’nin mi İngiltere’ye, İngiltere’nin mi AB’ye ihtiyacı var? Birliğin ekonomik olarak en güçlü ülkesi üç trilyon Euro’yu aşan ekonomik hacmiyle Almanya. Sonrasında da yaklaşık iki buçuk trilyon Euro’luk ekonomik gücüyle İngiltere geliyor. 2009’dan itibaren İngiltere’nin ithalatının yüzde elliden, ihracatının da yüzde kırk beşten fazlası AB ülkelerinden. Mayıs 2018 verilerine göre ise ihracat oranı yüzde elli bire çıkmış. Ayrıca, İngiltere AB ülkeleri için önemli bir pazar. Zira alım gücü oldukça yüksek. Eğer İngiltere’nin AB’den çıkışı yani “Brexit” fiilî olarak hayata geçerse, AB açısından kritik bir ticaret merkezi birlikten çıkmış olacak. Bu durumdan en çok etkilenecek ülke de Almanya. Çünkü Almanya, Birleşik Krallık’a yılda ortalama sekiz yüz bin otomobil ihraç ediyor. Bu sebeple, Brexit’in kabul edilmesinden en çok rahatsız olan ülke konumunda. Şayet İngiltere AB’den ayrılırsa Birliğe para ödemekten kurtulacak ve bu meblağı kendi vatandaşlarının hizmetine aktarmış olacak.

En başta ekonomik bir beraberlik için oluşturulan AB’den İngiltere’nin ayrılması, sac ayaklarından birinin çekilmesi anlamına geliyor ki bu, AB’nin geleceği açısından hiç de iyi bir durum değil. Peki, Birleşik Krallık için bu ayrılık özellikle ekonomi alanında hayırlı bir durum mudur? Onlar için de AB ülkeleri ticarî açıdan önemli bir pazar. Söz konusu ayrılığın İngiliz ekonomisini şaha kaldıracağı filan da yok. Ancak, bir zamanların “üzerinde güneşin batmadığı imparatorluk”, hem ekonomik olarak hem de siyaseten “biz kendimize yeteriz” noktasına geldi.

İngiltere’de muhalefet de, Birlik’ten ayrılmanın ülke açısından yararlı olmayacağını düşünüyor ve mevcut hükümeti bu noktadan vurmaya çalışıyor. Başbakan Theresa May, geçen ay yapılan güven oylamasından sadece on dokuz oy farkla geçmiş oldu. Bu durum olası bir erken seçim ihtimalinin rafa kaldırılması anlamına geliyor. Fakat, Brexit oylamasının yüzde elli iki ile kabul edilmesi ve hükümetin güven oylamasından kıl payı geçmiş olması, muhalefetin özellikle Brexit’le ilgili olarak mücadelesini sürdüreceği şeklinde yorumlanabilir.

Şimdilik kriz bertaraf edilmiş olsa da, önümüzdeki günlerde Birleşik Krallık’ta yeni bir takım olumsuz durumlarla karşı karşıya kalınacak. 2017’de yapılan oylamada 50. maddenin yürürlüğe girmesi, iki yıl içerisinde AB’den çıkılmayı mecbur hale getiriyor. Dolayısıyla yakın gelecekte Başbakan Theresa May’in kamuoyunu ikna ederek Brexit sürecini sıkıntısız bir şekilde nihayete erdirmesi şart. Diğer türlü, ülkede yeni seçimler ve siyasî kargaşalar yaşanacak. Kısaca, Avrupa o bildiğimiz eski Avrupa değil.



Semerkand Dergi Logo