Görüş Bildir

Tavan Arası

Kitaplar Arasında

Geleneğin Eğitim Sırrı

Modern akıl pek idrak edemese de, geçmişte ecdadın uyguladığı eğitim ve öğretim usulünün hayli etkin ve başarılı olduğunu görürüz. Evde, medresede, çarşıda ya da askeriyede; her nerede eğitim öğretim faaliyeti yapılmışsa  insana ve hayata dokunmuştur. Peki, geleneğin sırrı nedir? Geleneğin sırrı “öz”dedir. O öz ise eğitimin Allah yolunda nesiller yetiştirmek için yapılıyor olmasıdır.

Bunu laf olsun diye söylemiyoruz; bugün eğitim sisteminin en temel meselesi “Ne için eğitim?” sorusuna net ve tatminkâr bir cevap verilemiyor oluşudur. Bu soru cevapsız kalınca da yapılan bunca iş, harcanan bunca para “hedefsizlik” sebebiyle heba oluyor. Ortaya işe yarar bir “sistem” de çıkmıyor.

Ecdadımız nesilleri her nerede olursa olsun, “iyi insan” olmak maksadıyla yetiştirmiştir. Evde anne baba, medrese ve camide hoca, çarşıda usta daima bu ilke çerçevesinde öğretmeye, terbiye etmeye gayret etmiştir. Böyle ortak bir hedef olunca da eğitim faaliyeti hayatın her alanına yayılmıştır.

Sadece sistematik faaliyetlerle değil, yaygın biçimde kullanılan, meclislerde okunan metinlerle de eğitim pekiştirilmiş, toplumun her kesiminde belli bir standart tutturulmuştur. Mesela Mızraklı İlmihal, Mevlid-i Şerif, Ahmediye, Muhammediye, Cenknâmeler, Divanlar, Mesnevîler, Bostan ve Gülistan gibi eserler bu standardın yaygınlaşmasında ve bir temelin oluşmasında doğrudan tesirli olmuştur. Bu metinlerin özü de sadelik, hikmetli bir dil ve kıssa anlatımıdır.

Bugün milyonlarca kişi on yıllar boyu okula gidiyor. Bu disiplin ve imkânın içine geleneğin bu hikmetli dilini, üslubunu ve en önemlisi niyet ve hedefini katabilsek, emin olun kısa zamanda büyük neticeler elde edilecektir.

Geleneğin hikmet ve kıssa üslubu, mesela tarih eğitiminde son derece tesirlidir. Günümüzde şükür ki böyle teşebbüsler yok değil. Dr. Murat Tarhan’ın editörlüğünde hazırlanmış olan Hikâyelerle Osmanlı Tarihi Öğretimi bu açıdan dikkatinizi çekmek istediğimiz bir kitap. Farklı yazarların kaleminden tarih hikâyeleri bir araya getirilmiş.

Tarhan, eserin takdiminde şöyle diyor:

“Kosova Savaşı’nda Murat Hüdavendigâr’ın, babasının kumandanını otağından çıkıp karşılayacak, atının eyerinden tutarak ‘hoşgeldin baba yadigârı’ diyecek kadar saygılı ve tevazulu; savaş meydanında ‘Ya Rab, İslâm mülkünü pây-mâl etme, ordumu muzaffer eyle, eğer bir kurban gerekiyorsa beni dahi şehit eyle’ diyecek kadar inançlı ve kararlı; Yavuz Sultan Selim’in, ‘Beni hocamın atının nalından çıkan çamurun yapıştığı kaftanımla defnedin’ diyecek kadar hürmetli; Kanunî Sultan Süleyman’ın ‘Ben ki sultanların sultanı, hakanların hakanı, krallara taç giydiren, Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, Akdeniz’in, Karadeniz’in Rumeli’nin, Anadolu’nun, Karaman’ın, Diyarbekir’in, Azerbaycan’ın, Acem Diyarı’nın, Şam’ın, Halep’in, Mısır’ın, Mekke’nin, Medine’nin, Kudüs’ün, bütün Arap diyarının ve Yemen’in, babamın, büyük ecdadımın ve dahi benim ateş saçan mızrağım ve zafer getiren kılıcım ile fetheylediğim daha nice diyarın sultanı ve padişahı, Sultan Bayezid Han oğlu Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman Han’ım. Sen ki Fransa Vilayeti’nin kralı Françesko’sun.’ diyeceği kadar kuvvetli bir kültürün bize öğreteceği ve kazandıracağı birçok değer ve haslet vardır.”

(Hikâyelerle Osmanlı Tarihi Öğretimi, ed. Dr. Murat Tarhan, Çizgi Yay., Konya, 2019, s. 15-16.)

Latifeler

Devenin Kanadı

Söylenen her hikmetli sözün zâhiri kadar bâtını da vardır. Hatta sözün muhatabına veya makamına göre mana mertebeleri değişir. Hele bu söz tasavvuf erbabının eline geçerse manalar daha da çeşitlenir, derinleşir.

Hikmetli söyleyişler için bir zemin teşkil eden latifelerde ise öyle kelimeler kullanılmıştır ki, muhatabı hemen maksadı anlar, payını alır. Bu yüzden latife demişler; yani incelik... Böyle sözlerin bir diğer adı da “nükte”dir.

Söz erbabı kişiler, ecdadın hikmetli sözlerindeki manalara vâkıftır. Fakat herkes böyle değildir; sözün maksadını izah gerekir. Bu yüzden hikmetleri, latifeleri şerh eden ârif zatlar olmuş, bize de bu deryadan bir yudum da olsa içirmişlerdir.

Bu zatlardan biri de Seyyid Burhaneddin rh.a.’dir. Nasreddin Hoca’nın latifelerini şerh ederek maksadını ve manalarını bize açmıştır. Gelin, bu latifelerden birini okuyalım, sonra da şerhine bakalım:

“Hoca bir gün vaaz ederken ‘Ey müslümanlar, Hak Tealâ’ya şükredin ki deveye kanat vermemiş. Eğer vermiş olsaydı evlerinize yahut bahçelerinize konarak başlarınıza yıkardı!’ demiş.”

Latife bu kadar; öncesi ve sonrası yok. Yani Nasreddin Hoca merhum söyleyivermiş, geçmiş. Fakat ne demek istemiş, Seyyid Burhaneddin şöyle açıklıyor:

“Allah’ın büyüklüğünü ve ihsanını görün, her kuluna makam mevki vermediği için şükredin. Çünkü herkese kabiliyetine göre ihsan olunur. Kabiliyeti olmayan mevki sahipleri insanları perişan eder.”

Hikmet Ehlinden

Cümle nâsıninsanların hânesine gün gibi girer ölüm
Kurtulunmaz kaçmağıla, âkıbetsonunda erer ölüm.

İtimad etme yüzüne güldüğüne dünyanın
Cîfedirleştir, bir gün bu eyvandan seni sürer ölüm.

Geçmedin tûli emeldendünyalık hedeflerden erdi ömrün âhire
Şîşe-i âmâliniemeller şişesini taşa çalıp kırar ölüm.

Zerrece aklında fikrinde yoğ iken hiç senin
Nâgehânansızın girip ömür defterlerin dürer ölüm.

Rif’ate câhamakama mevkiye dayanma, sıhhate etme gurur
Soyubansoyup türlü libası, bir kefen sarar ölüm.

Çevrilip evlâd u ezvâceş evlat başına şâdânmutlu iken
Çok da gitmez, cümlesinin boynunu burar ölüm.

Tuhfetü’l-mü’minînmüminlere hediye dedi ona Hüdâ Peygamberi
Hazır ol Kuddisîyâ, çün işine yarar ölüm.

Ahmed Kuddûsî k.s. (v. 1849)



Semerkand Dergi Logo